9 Ağustos 2011 Salı


İlkokulda daha önce yaptığım ödevlerin başlıklarını değiştirip yeni ödev gibi öğretmenime imzalatırdım. Nitekim, tüm dersleri pekiyi olan çalışkan bir öğrenciden hiçkimse şüphelenmezdi. Pekiiii benden kan testi isteyen doktora 1 yıl önce yaptırdığım testleri yutturmaya çalışmak neyin nesi oluyor. Büyü artık yaa.

12 Temmuz 2011 Salı


Bu gece bitip gün yeniden doğacak mı acaba? Doğuşun da batışında birbirine bu denli benzemesi ne kadar ironik...

10 Temmuz 2011 Pazar

Saçma sapan fikirler

Tatilden döndüm. Güzeldi. Plansız olması da iyiydi. Hesapta yokken Bozcaada, Marmaris, Ölüdeniz, Dalyan, Efes, Meryem Ana. Bi kaç bişey var beni rahatsız eden, sonrasında mutsuz eden. Fazlaca para harcadık. Böyle para harcamak hiç hoşuma gitmiyor. Sürekli olarak aç kalan insanları, yokluk çekenleri, beslenemediği için ölen bebekleri düşünüyorum. Hiçbirşey içime sinmiyor. Sırf bu düşünceler yüzünden tam da keyfini çıkarmadım die üzülmüyorum, keyif çıkarmanın vicdanıma ters olduğunu biliyorum çünkü. E niye böyle yaşıyorum öyleyse. Rahatımdan vazgeçmek zor geliyor çünkü. Daha az harcayarak daha konforsuz yaşamayı göze alamıyorum. Ama mutlu da olamıyorum. Bu konu rölantide kalacağa benzer bir süre daha.
Gelelim ikinci konuya. 1-2 hafta internete falan girmedim. Kısa süre gibi görünse de bilgisayar başına tekrar otururken kendimi ilk günkü gibi acemi hissettim. Facebook, maillerim derken kendimi zamanın gerisine düşmüş hissettim. Her saniye bir başka olayı kaçırıyorsun, ayrı kaldığın her an geriliyosun sanki. Gerçekten de 3. dereceden bir parabol eğrisi gibi yükselen bilgi yığını ve ağ ilişkilerine yetişmek imkansız gibi. Sanırım benim bilişim dünyası ile ilgili stratejilerim bu dünyada varolabilmek için yeterli değil. Belki şöyle söylesem daha doğru: ilk insanın zeka ve altyapısı ile ateşi keşfetmek ne kadar zorsa benim için de bu dünyada etkin ve üretken olmak o kadar zorllayıcı. Üstüne üstlük gelenekçi ve alışkanlıklarına sıkıca bağlı bir karekter sahibiyken hiç şansım yok. Neyse bu konunun da pek ilerleyeceği yok.
Gelelim 3. konuya: Hep bahsettiğim gibi iflaholmaz pesimist duygularım sağlığımın pek de iyiye gitmediğini, hızlı bir yaşlanma sürecine girdiğimi, nasıl ki zeka yaşım fiziksel yaşımdan küçükse, gerçek fiziksel yaşımın nüfus cüzdanı yaşımdan büyük olduğu düşündürüyor. Hal böyleyken sık sık aklıma giren, uzunca bir süre orada kalan, eğrisini büğrüsünü ama bir türlü doğrusunu düşünemeyen, beynimi kemiren bebek sahibi olma durumu için yeni ve orjinal fikirlerle kaderimi zindanlara atmakla meşgulüm. Şimdi bebeğim falan olursa ("bu yaşla başla" kütük 33 derken içim 44 diyor ya) Ççcuğun en çok ihtiyaç duyduğu yaşta hakkın rahmetine kavuşursam onu yapayalnız bırakırsam hem haksızlık etmiş hem de türlü zorluklarla başetmek zorunda bırakmış olmaz mıyım?

11 Haziran 2011 Cumartesi


Hiç istemememe rağmen uzun bir süredir elim yazmaya gitmedi. Oysaki dökecek, deşecek, sevinecek, üzülecek çok şey var hayatımda. Büyük bir eksiklik içindeyim. Yapmak istediğim çok şey var, yapmak için yeterli enerjim yok. Şimdiye kadar yaşadığım hayata sırt çevirmek istiyorum ama yolu çoktan yarılayıp diğer tarafa geçtiğimden başlayacak cesaretim yok. Yeni birşey girsin hayatıma istiyorum. Farklılıklar yaratmak için oturup beklemek anlamsız biliyorum. Ama içimden tembellik yapmaktan başka birşey gelmiyorum. hiç bir işe girişemiyorum, giriştiğim işin sonunu getiremiyorum. Hep yaptığım gibi ağır cezada yargılarım kendimi ama bu bile fayda etmiyor artık. İçim söz dinlemiyor. Geçip giden günleri seyrediyorum, çok geç olmasından korkarak durup izliyorum. Ah herşeye yeniden başlama şansım olsaydı diyerek çözümsüzlüğe yol almak istemiyorum.
Tanımlamak gerekirse özne olarak "ben" i. Tembel ve hiçbir işe yaramayan, faydasız kimse diyebilirim. en fazla bunu diyebilirim, üzülerek ama gerçekleri bilerek elbet. Hani olmasam da olurdu.

26 Mayıs 2011 Perşembe

Kısa Kısa



Diet sanrıları 1: Koşu bandının üstündeyken pencerenin önünden geçmekte olan kamyonun üzerindeki "Makina Kimya" yazısını "Makarna Kimyon" olarak okumak.
İnternet bağlı bilgisayarda akademik çalışma çabası: son tarihi yarın olan çalışmayı gece 2 civarı bitirmeye çalışırken kendini "Antakya'da kültürel ve demografk boyutuyla ölüm" başlıklı Yüksek lisans tezini derinlemesine okurken bulmak. Daha sonra tez içinde geçen "ortodoks müslüman" kavramını araştırarak uykusu gelip yatmak (Günlük araştırma ve çalışma limitinin doldurulduğu düşüncesiyle tabii, limitin ne yaparak doldurulduğu önem arzetmiyor).

25 Mayıs 2011 Çarşamba

Yazamıyorum, tıkandım. Önce bloggerı engelleyen yasalara kızdım, yasayı yapanlara kızdım, sonra kızmaların sonu olmadığını anladım. Ama bu sefer de yazasım kaçtı.
Çok şey gelip geçti yazmayalı. Yazmadıkça yaşanmadı değil elbet yaşadıklarım, artığı kaldı zihnimde.
Ne mi oldu yazmayalı, biraz daha yaşlandım. Hepsi bu.

31 Mart 2011 Perşembe

Günlerdir tek bir yaşamımız var, "only one chance to live" gibi bir argümanla uğraşıyorum. Az önce farkettim ki hayır, bizim birden çok daha fazla yaşamımız var. Örneğin benim antakyada geçen, şimdikinden apayrı bir sosyal çevresi olan bir yaşamım, sanra yine İstanbulda geçen yine farklı kişilerle geçirilmiş bir yaşamım, ankara, istanbul diyerek devam eden yaşam bölümlerim var. Onların hepsi ayrı birer yaşamdılar bence. Reenkarnasyon tezine göre tekrar tekrar yaşıyoruz ya, bu durum içinse inenkarnasyon diyebiliriz. Yaşam içinde tekrar enkarne olma vücuda gelme gibi. Çook acıklı bir tarafı var bu inenkarnasyonun diğer biçiminde geçmişe ait hipnoz olmadığımız sürece hiçbir iz hiçbir anı yokken bu biçiminde herşey dün gibi taze. Diğer yaşamlarını ulaşılamıyacak bir yerde bıraktığının farkında olarak ama asla geri gelmeyeceğini bilerek bugünü yaşamaya çalışmak oldukça zor. Her gün her saat daha zor geliyor artık bana.....

19 Şubat 2011 Cumartesi



Bi çılgınlık yapmak istiyorum. Kafesimin oyuncak tekerleğinde yürümekten çok sıkıldım. Bi çılgınlık, kısır döngüyü kıracak bi çılgınlık. Demir parmaklıkları kemirmekle mi işe başlasam acaba?

18 Şubat 2011 Cuma

Beslenme saati



33'e geldim ama hala kendimle uğraşıyorum. Ben şöyleyim, hayır tam öyle değil de böyleyim falan filan. bunca yıldır çözemedin, işin gücün yok, kendinle ilgilnemeye devam et. Böyle olunca da çok bencil olduğumu düşünmeden edemiyorum. Ben öyleyim yok böyleyim, neyse ne üff yani.
Örneğin dün yemek yapıyordum, ne yapıyordum du bakayım. Dur dur ondan önce geçen sabah Onura bize börek al da gel dedim, sağolsun koşa koşa gitti aldı. Güzelce yiyoruz masada durduk yere dedi ki; 5*3'ten haftada 15 kez ya dışardan yemek yiyoruz ya da dışarda yemek yioruz diye çarpılı bölülü bir hesap yaptı. Bana hiç yemek pişirmiyorsun mu demek istedi yoksa ne kadar zenginiz mi bilmiyorum ama ben 2.ye yordum :))) Neyse haklı olarak evde bişeyler yemek istiyor, ev usulu. Ben de buna istinaden dün eve geldim bişiyler yapayım dedim. Hah hatırladım mercimek çorba+peynirli kaşarlı maydonozlu tava böreği (kırpık börek). Yemek yaparken düşünüyordum işte ne kadar düz ne kadar sade birisin, rengim yok benim, renksizim ben. Yemekten belli, yaptıklarımdan belli. Belki de bu eksiklik sürekli olarak kendim hakkında düşündüyor, haksızlık etmeyeyim belki de bencillik değildir. Bişeyler yapacaksam mutlaka sade olsun istiyorum, baharat koyacaksam tek bir tane koymak istiyorum, ya karabiber ya kimyon yani. ikisi bir olamaz. Tek bir tat almak istiyorum. Yemekleri de sırayla yerim zaten birbirine katmam. Hazır konu açılmışken şu böreğin tarifini de vereyim tam olsun:



Kırpık börek ( Annanem Mersinde yaşayan teyzemi ziyaret ettiği sırada komşusundan görmüş ben de ondan öğrendim, komşu nerden biliyor onu bilemem) ikinokta üsüste+enter



2 yufka (Bu konuyu açıklamam lazım. Evin ordaki yufkacıdan yufka almaya gittim. aa bi baktım büttün paramı harcamışım 0,8*2= 1.6 TL bile param yok. E yufkacıya girmiş bulundum. Visa kart geçiyor mu dedim, bakkaldan çekeriz abla dedi ama 1,6 liralık alışveriş yapacağımı bilmiyor. Şimdi dedim bankaya komisyon ödemeyin 1,6 TL için dedim, bi yandan da bakıyorum tepkisine (sonra ödesem olur mu falan diyemediğimden ondan teklif bekliyorum, bir yandan da çantayı aranıyormuş gibi yapıyorum oysaki eminim 1 kuruşum bile yok) Neyse adam dayanamayıp geçerken bırakırsın abla falan diyor, ben de ay olur mu olmaz ki diyorum. Aklımdan da onur yanımda olsa beni diri diri yemişti diye geçiriyorum. Efendime söylüyüm sonunda aldım iki yufka çıkarken de hakkını helal et dedim ama adam yanlış anladı galiba parayı ödemiycem sandı, helal et diyince. Bugün vericem gidip. Siz öyle yapmayın, yanınıza para alın.



Hah yufkalar tamammı?



Diğer malzemelere geçmeden doğrudan anlatmaya başlıycam daha eğlenceli.



Benim diğer malzemeler evde vardı. Neyse.



Geldim eve büyükçe bi teflon tava çıkarıp, içine de küçük bir soğan büyüklüğünde tereyağ attım, ocağın üstüne koydum. O erirken (yağı yakmayın ama dikkat edin kanser yapar yanmış yağ) kasenin içine bir yumurta kırıp çırptım (yumurtayı önce çırpın çünkü içine başka bişey konduktan sonra örneğin süt, çırpmak zor olur.) içine küçük bir su bardağı süt döktüm. Bu arada tavada eriyen yağı süt ve yumurtaya kattım. Tavayı iyice süzdürmedim, böreğin dışı için bıraktım. Başka bir tabağa da çeyrek demet yıkadığım maydonozu kıydım (maydonozu tabağın içinde kıydım ayrıca kesme tahtası kirletmedim) içine beyaz peyniri (2 mandalina büyüklüğünde)bıçak yardmıyla ufalttım, bide kaşar peyniri (1 mandalina kadar) bıçakla doğradım lezzet versin diye (rendelemedim rende kirlenmesin diye, üstelik rendede kaşar rendeleyinde hem heryerine yapışıyor hem de elini kesiyorsun).



İçinde erimiş tereyağı olan tavaya 1 yufkayı açtım. Tabiki de yufka büyük gelir, büyük gelen kısımlar orantılı biçimde dışarı taşacak. ( bu işlemi tezgahta yaptım, ocağın isi pisi bulaşmasın diye) Yufkanın tavanın içinde kalan kısmı biraz kırşık olacak yani dümdüz açmıyosunuz. Geri kalan yufkanın yarısı kadarını elimde parçaladım, kırpık kırpık yaptım ( böreğe ismini veren işlem) kırpıkları tavanın içine attım, üstüne penir maydonoz karışımını orantılı döktüm, üstüne çırptığım yumurta süt yağ karışımını döktüm. Kırpmadığım yufkanın geri kalanını da kırptım içine attım. Sonrada tavadan taşan yufkayla malzemeleri güzelce kapattım. Bu işlemi de orantılı yapın bir taraf kalın bir taraf ince olmasın. En son üzerine biraz yağ gezdirilse güzel olur. fırça yardımıyla yapılması gereken işlemi yine tembelliğimden elime döktüğüm azıcık sıvıyağ ile böreğin üstünü okşaya okşaya yaptım. Neden mi? 1) fırça kirlenmesin, 2)kirlenen fırça makineye konduğunda kimyasal reaksiyon geçiriyor, yamuluyor üstelik zararlı olur diye düşünüyorum naylonun böyle değişime uğramasının, 3) fırçam da yok ayrıca. Hazırladığım böreği genişçe bir ocakta ama kısık ateşte pişirdim, altını spatula ile kontrol ettim, piştiğinde, ki burası çok önemli bir kısım, beceri gerektirir, onu şöyle anlatayım; spatulayı iyice böreğin altına geçirin diğer elinizde bi böyle bıçak gibi bişey olsun ama sivri olmasın, teflonu çizmeyin yani, iki taraflı (alt üst tarafı yani, iki araçta aynı tarafta olmayacak) tutarak böreği ters yüz edin. Altını da pişirdikten sonra afiyetle yiyin (3-4 kişilik, 4 kişilikte 4. kişi pek doymaz ama, aslan payını diğer 3 kişi alır kanımca)



Mercimek çorba tarfini de vermezsem çatlarım, çünkü bu çorba harbi güzel oluyor hemde aşırı basit:



1 kase mercimeği üstün körü yıkayıp tencereye atın. Üstün körü diyorum çünkü iyice yıkarsanız mercimeğin doğasında bulunan nişastayı döküp atmış olursunuz ki bu çorbanızın kıvama gelmesi açısından da besin değeri açısından da iyi olmaz. 1 soğan (orta) 3 diş sarmısak soyup mercimeklerin yanına gönderin. 1 kaşık tuz atın. 1 kase mercimeğe 3-4 kase su yeterli olur, pişerken çeker zaten. İstenirse 1 havuç 3-4 parçaya bölünüp atılabilir ama ben koymadım. soğanı 2-3 parçaya bölmeyi unutmayın bu arada. 20-25 dakika piştikten sonra (pişerken karıştırıp sarı köpüğünü yüzünden almayı unutmayın) Ocaktan aldıktan sonra blendır yardımıyla soğanı sarımsağı parçalayın, bu arada mercimeklerde kıvama gelir zaten. Mercimeğe sarımsak acayip yakıştı, yok koymam demeyin hem kışın soğuk günleri için iyi bir antibiyotik.






Gerizekalılar için basit yemek tarifleri bölümümüzün sonuna geldik, sevgiler.
Edit: Şimdi bu dandik mercimek çorbası tarifine ne gerek vardı diyeceksiniz ama soğan ve sarmısağın yaratacağı farktan haberiniz bile yok.

3 Şubat 2011 Perşembe

Kendim oturup makale yazacağıma hakemlik yapıyorum. Üstelik ilk deneyimlerim olduğu için ıcığı cıcığı inceliyorum. Birileri soru soruyor onlara enformasyon yetiştiriyorum. Az buz değil bazen yarım günümü bile alıyor. Üstüne derslere giriyorum, üstüne içerik hazırlıyorum, üstüne öğrencilerin danışmanlığını yapıyorum, problemleri bitmiyor da diyebilirim.
bir tek kendime faydam dokunmuyor yani. Bu arada Defne joy'un ölümüne aşırı aşırı üzüldüm, etkisinden çıkamıyorum. Yakından takip edip sevdiğim bir isimdi. Özellikle uzman avı programında süper zeki esprilerle kahkahaya boğardı. Düşününce bu kadar enerji fışkıran birinin nasıl olup da?? Nasıl olup da inanamıyor işte :(( Acaba az zamanı olduğu için mi zipli bir hayat yaşadı? Bu mantıkla uyuzlar mahşere kadar yaşar. Vay ki dünyanın haline.
Bu çiçek böcek de pek mi pembe oldu ne? Hiç cici bici şeyler yakışır mı bana canım, bi dursun da uçururum ben onu. He he değiştirdim bile, kelebeğe çiçeğe tahammülüm 15 dakikaymış onu da öğrendik. Bu iyi oldu. Renkli ama çiçekli değil.

28 Ocak 2011 Cuma

Çok sevgili arkadaşlarım bir önceki posting'ime, gönderi mi desem daha doğru acaba, neyse işte ona kendileri kadar ince düşünceli yorumlarda bulunmuşlar. Ancak hiçbirinin aklına böyle hissediyorsan birşeyler ters gidiyordur belki demek gelmemiş. Benim gelmişti ama neye yarar bu saatten sonra. Ters olan şu ki bünyemde ki bebek hiç gelişmemiş yani bir mercimek kadar bile büyümemiş. Bin türlü nedeni olabilirmiş bunun ama biz adını doğal seleksiyon koyduk ve dün itibariyle o doğalı eledik gitti diyebilirim. Acısı hala kasıklarımda olmasına rağmen hiç bir psikolojik etkisi olmadığını düşünyordum ki, işlem öncesi gece yüksek tansiyon ile birlikte beliren burun kanamamı ve şiddetli baş dönmesi sebebiyle uyuyamamamı buna bağladı doktor. Ben de her duygumu dışa vururum, gizli kalmış bişeyim yoktur, gerekirse dizlerimi döverek ağlarım ben hiç sakınmam diyordum ki bu vesile ile yalanlanmış oldu. Hasılı kelam kendime geçmiş olsun diliyor, tombik yanacıklarımdan öpüyorum.

20 Ocak 2011 Perşembe

??????

dün gece yatarken yazmak istediğim binlerce şeyi toparlayıp koymuştum kenara. Sanırım en güzel yatakta düşünülüyor, eleştiriliyor, hatırlanıyor, karar alınıyor, hissediliyor. Bütün bunları hem yazmak istiyorum hem de istemiyorum. İçimde çok da güzel olmadığını bildiğim bir takım düşünceler var. Bebek olsun bebek olsun derken böyle olacağını biliyordum. Az sonra yazacaklarımı günün birinde vücuda gelip okuma yazma öğrendiğinde okursa diye de korkuyorum. O muhteşem şefkat duygusundan bende eser yok. Hiç birşey hissetmiyorum. Yapmamam gereken milyonlarca şeyi sanki inadına yapıyorum. İçsel olarak bu "yapmamam gereken"lerin kendi adıma özgürlüğüme yapılmış müdahale gibi algılayıp özellikle yapıyorum. Bunun bebeğe zarar verebileceği ihtimalini düşünür düşünmez de en derinden "umurumda değil" savuruyorum. Hatta ve hatta bu kısıtlamaları hayatıma sokarak keyfimi kaçırmasına bozuluyorum. Ben sanırım hiç anaç değilim. İçimde zerre kadar analık duygusu yok. Ya da diğer anlamıyla, üvey anne anlamıyla analık var. Tüm bunlar olurken de vicdanıma yenik düşüp kendimi kıyasıya suçluyorum. Hep bıraktığım gibi kendimi çelişkiler yumağının ortasına bırakıveriyorum. Bir yansdan hiçbirşeyi haketmeyen bir insan olduğumu düşünürken öte yandan köşeye sıkışmış fare gibi etrafıma ve özellikle duygusal anlamda bebeğe saldırgan oluyorum. Hoş ortada 0,5-1 milim arası zuhur eden şeye bebek demek ne kadar doğru bilmiyorum. Neler oluyor bana, neden bende de diğer anneler gibi annelik hormunu gibi bişey salgılanmıyor. Neden sevgisizim? Hiç sevgisiz büyümedim, doydum sevgiye, yeri geldi kustum sevgiden. Hep almayı mı öğrendim acaba, vermek üzerine egzersiz mi yapmalıyım. Bu saatten sonra sevmeyi öğrenebilir miyim? Bu satırlar söz konusu bebek tarafından okunduğunda ne hissedilecek acaba. Millet gün gün aman da bilmem ne diye parmaklarının arasına sıkıştırdığı mendille göz kenarındaki nemi alırken, ne kadar muhteşem birşey, ne mucizevi bir olay bu bebek diye gebeliğini kutum kutum kutlarken arızaya bağlamak neden benim payıma düşüyor. Bir an önce normale dönmek istiyorum. Onur ağzıma tıkmaya çalıştığı her yiyecekte "hadi bak bebeğimiz hatırına, bak bu onun için olsun" gibi cümleler kurduğunda çok farkettirmesem de sinirleniyorum. Bozuluyorum, kabullenemiyorum. ICT terminolojisi ile entegre olamıyorum. Bir yandan da çok korkuyorum, sen bunu hiç haketmedin diyip geri alırlarsa benden diye............................................................................................................................
Bunları anlatmak için açmamıştım sayfayı.

3 Ocak 2011 Pazartesi


Ben küçükken aşırı geveze bir çocukmuşum (hatırlamadığım evre için tanımlama), çocuktum (gayet net hatırladığım evre için tanımlama). Aşırı geveze, yani, çok konuşan değil de aşırısı, yani sürekli konuşan, sadece nefes alması gerektiği zamanlarda susan. Öyle sinir bozucu biçocuk işte. Neyse. Büyükleri ziyarete gittiğimiz zamanların birinde net hatırlıyorum, köy evi tarzı bir yer, muhtemelen de köy, bir nine vardı. Baş köşede oturuyordu ve gece boyunca tek kelime etmedi. Tabi hemen babaya soruldu: Baba bu nine neden hiç konuşmuyor?

Sohbetin koyusuna dalmış babadan acelece bir cevap: O, bu dünyada konuşacaklarını bitirmiş kızım.

Çok anlamamıştım, neden bitirmiş, çok konuşursan eğer hakkını evvelden harcamış mı oluyordun vb. sorular kurcalamıştı aklımı. Ben büyüyünce de böyle mi olacaktı, şimdiden herşeyi söylersem söyleyecek sözüm kalmazmıdı?

Bu soruların cevabı ya hayır ya da ben bu dünyada konuşacaklarımı gerçekten bitirmek üzereyim. Konuşmak, bişeyşer döylemek o kadar manasız geliyor ki. Çoğu kez kısa cümlelerle ve kafa sallamalarla geçiştiriyorum. Yo yooo, yorgunluk veya bıkkınlık değil. Anlaşmak için, iletişim kurmak için çok da konuşmaya gerek olmadığını çözdüm. Az cümlelerle ne dediği anlaşılıyor insanların, ayrıca kimseye yine hiçkimsenin merak etmediği kendi yaşamının sence önemli ayrıntılarını aktarmaya ne gerek var.

Susmak gerek artık, kimse kimsenin yaşamını merak etmiyor aslında, kendine benzettiği kısımları, ihitiyacı olan bilgileri bulabilirse ya da ilgilendiği şeyler varsa dikkat kesiliyor. bu da konuşmanın % 20'si falan yapar. Kısacası ben artık 10 cümle yerine 2 cümleyle idare ediyorum.


Gereksiz not: Yeni yıl geyiğinden nefret ederim. Hayvan olandan değil tabii, "event" olanından. Belki bigün ben de normal insanlar gibi coşa coşa kutlamasam da bir etkinlik yaparım, kimbilir?- bu yıl uyudum.

2022'ye not

 2022'de aldığım en güzel karar "hayatıma giren herkese kapıyı çıplak açmamak" oldu.