28 Ocak 2011 Cuma

Çok sevgili arkadaşlarım bir önceki posting'ime, gönderi mi desem daha doğru acaba, neyse işte ona kendileri kadar ince düşünceli yorumlarda bulunmuşlar. Ancak hiçbirinin aklına böyle hissediyorsan birşeyler ters gidiyordur belki demek gelmemiş. Benim gelmişti ama neye yarar bu saatten sonra. Ters olan şu ki bünyemde ki bebek hiç gelişmemiş yani bir mercimek kadar bile büyümemiş. Bin türlü nedeni olabilirmiş bunun ama biz adını doğal seleksiyon koyduk ve dün itibariyle o doğalı eledik gitti diyebilirim. Acısı hala kasıklarımda olmasına rağmen hiç bir psikolojik etkisi olmadığını düşünyordum ki, işlem öncesi gece yüksek tansiyon ile birlikte beliren burun kanamamı ve şiddetli baş dönmesi sebebiyle uyuyamamamı buna bağladı doktor. Ben de her duygumu dışa vururum, gizli kalmış bişeyim yoktur, gerekirse dizlerimi döverek ağlarım ben hiç sakınmam diyordum ki bu vesile ile yalanlanmış oldu. Hasılı kelam kendime geçmiş olsun diliyor, tombik yanacıklarımdan öpüyorum.

20 Ocak 2011 Perşembe

??????

dün gece yatarken yazmak istediğim binlerce şeyi toparlayıp koymuştum kenara. Sanırım en güzel yatakta düşünülüyor, eleştiriliyor, hatırlanıyor, karar alınıyor, hissediliyor. Bütün bunları hem yazmak istiyorum hem de istemiyorum. İçimde çok da güzel olmadığını bildiğim bir takım düşünceler var. Bebek olsun bebek olsun derken böyle olacağını biliyordum. Az sonra yazacaklarımı günün birinde vücuda gelip okuma yazma öğrendiğinde okursa diye de korkuyorum. O muhteşem şefkat duygusundan bende eser yok. Hiç birşey hissetmiyorum. Yapmamam gereken milyonlarca şeyi sanki inadına yapıyorum. İçsel olarak bu "yapmamam gereken"lerin kendi adıma özgürlüğüme yapılmış müdahale gibi algılayıp özellikle yapıyorum. Bunun bebeğe zarar verebileceği ihtimalini düşünür düşünmez de en derinden "umurumda değil" savuruyorum. Hatta ve hatta bu kısıtlamaları hayatıma sokarak keyfimi kaçırmasına bozuluyorum. Ben sanırım hiç anaç değilim. İçimde zerre kadar analık duygusu yok. Ya da diğer anlamıyla, üvey anne anlamıyla analık var. Tüm bunlar olurken de vicdanıma yenik düşüp kendimi kıyasıya suçluyorum. Hep bıraktığım gibi kendimi çelişkiler yumağının ortasına bırakıveriyorum. Bir yansdan hiçbirşeyi haketmeyen bir insan olduğumu düşünürken öte yandan köşeye sıkışmış fare gibi etrafıma ve özellikle duygusal anlamda bebeğe saldırgan oluyorum. Hoş ortada 0,5-1 milim arası zuhur eden şeye bebek demek ne kadar doğru bilmiyorum. Neler oluyor bana, neden bende de diğer anneler gibi annelik hormunu gibi bişey salgılanmıyor. Neden sevgisizim? Hiç sevgisiz büyümedim, doydum sevgiye, yeri geldi kustum sevgiden. Hep almayı mı öğrendim acaba, vermek üzerine egzersiz mi yapmalıyım. Bu saatten sonra sevmeyi öğrenebilir miyim? Bu satırlar söz konusu bebek tarafından okunduğunda ne hissedilecek acaba. Millet gün gün aman da bilmem ne diye parmaklarının arasına sıkıştırdığı mendille göz kenarındaki nemi alırken, ne kadar muhteşem birşey, ne mucizevi bir olay bu bebek diye gebeliğini kutum kutum kutlarken arızaya bağlamak neden benim payıma düşüyor. Bir an önce normale dönmek istiyorum. Onur ağzıma tıkmaya çalıştığı her yiyecekte "hadi bak bebeğimiz hatırına, bak bu onun için olsun" gibi cümleler kurduğunda çok farkettirmesem de sinirleniyorum. Bozuluyorum, kabullenemiyorum. ICT terminolojisi ile entegre olamıyorum. Bir yandan da çok korkuyorum, sen bunu hiç haketmedin diyip geri alırlarsa benden diye............................................................................................................................
Bunları anlatmak için açmamıştım sayfayı.

3 Ocak 2011 Pazartesi


Ben küçükken aşırı geveze bir çocukmuşum (hatırlamadığım evre için tanımlama), çocuktum (gayet net hatırladığım evre için tanımlama). Aşırı geveze, yani, çok konuşan değil de aşırısı, yani sürekli konuşan, sadece nefes alması gerektiği zamanlarda susan. Öyle sinir bozucu biçocuk işte. Neyse. Büyükleri ziyarete gittiğimiz zamanların birinde net hatırlıyorum, köy evi tarzı bir yer, muhtemelen de köy, bir nine vardı. Baş köşede oturuyordu ve gece boyunca tek kelime etmedi. Tabi hemen babaya soruldu: Baba bu nine neden hiç konuşmuyor?

Sohbetin koyusuna dalmış babadan acelece bir cevap: O, bu dünyada konuşacaklarını bitirmiş kızım.

Çok anlamamıştım, neden bitirmiş, çok konuşursan eğer hakkını evvelden harcamış mı oluyordun vb. sorular kurcalamıştı aklımı. Ben büyüyünce de böyle mi olacaktı, şimdiden herşeyi söylersem söyleyecek sözüm kalmazmıdı?

Bu soruların cevabı ya hayır ya da ben bu dünyada konuşacaklarımı gerçekten bitirmek üzereyim. Konuşmak, bişeyşer döylemek o kadar manasız geliyor ki. Çoğu kez kısa cümlelerle ve kafa sallamalarla geçiştiriyorum. Yo yooo, yorgunluk veya bıkkınlık değil. Anlaşmak için, iletişim kurmak için çok da konuşmaya gerek olmadığını çözdüm. Az cümlelerle ne dediği anlaşılıyor insanların, ayrıca kimseye yine hiçkimsenin merak etmediği kendi yaşamının sence önemli ayrıntılarını aktarmaya ne gerek var.

Susmak gerek artık, kimse kimsenin yaşamını merak etmiyor aslında, kendine benzettiği kısımları, ihitiyacı olan bilgileri bulabilirse ya da ilgilendiği şeyler varsa dikkat kesiliyor. bu da konuşmanın % 20'si falan yapar. Kısacası ben artık 10 cümle yerine 2 cümleyle idare ediyorum.


Gereksiz not: Yeni yıl geyiğinden nefret ederim. Hayvan olandan değil tabii, "event" olanından. Belki bigün ben de normal insanlar gibi coşa coşa kutlamasam da bir etkinlik yaparım, kimbilir?- bu yıl uyudum.

2022'ye not

 2022'de aldığım en güzel karar "hayatıma giren herkese kapıyı çıplak açmamak" oldu.