28 Ağustos 2008 Perşembe

Sunay Akın gözüyle Hatay

... Makiler adlı kitabım Antakya’da oluşmuştur.“Bir an önce görülsün diye Akdeniz/ Toroslarda ağaçlar hep çocuk kalır” diye bir şiirim var. O Antakya’dır.
“Benden kısadır boyu
bir köy otobüsünün dağa tırmanırsın gibi uzanırsın dudaklarıma
katılmaz oldu nicedir yolumuz toza dumana”
Bu şiirdeki yer Hassa’dır.
Makiler’deki pek çok şiiri Hatay’da yazdım.Hatay inanılmaz bir coğrafya, bu kadar mı güzel olur. Hayatımın en güzel bir yılı diyebilirim. İnsanıyla, dostluğuyla çok farklı bir yer. Denizi deniz, dağı dağ... Gölü var Reyhanlı’da. Hatay’ın bütün köylerini bilirim. Çok gezdim, Samandağ’ı, Yayladağ’ı, İskenderun’u, Kırıkhan ve Harbiye’yi...Hatay ülke içinde ülke, kendi içinde de farklı yerleri var. Hatay, Mezopotamya ile Anadolu’nun birleştiği en güzel noktalardan biri. Mozaik Müzesi’nin orada olmasını raslantı mı sanıyorsunuz. Herşeyiyle kendisi bir mozaik. Bugün din, hoşgörü adına birşeyler yapılmaya çalışılıyor ya, işte o Hatay’da var. Ben künefeyi İstanbul’da hiç sevmezdim. Hatay’a gidince anladım ki, ben hiç künefe yememişim.

25 Ağustos 2008 Pazartesi

Kamyonlar kavun taşır, ben hep seni düşünürdüm.
Niksar'da, evimizde, küçük bir kuş kadar hürdüm.

21 Ağustos 2008 Perşembe

Dinlemekten yorulmadığım, çok sevdiğim bir şarkı. Adama da, klibe de, sesine de, şarkıya da hastayımm. Yüksek sesle klibi izleyin, davullar harika ötesi..
http://www.youtube.com/watch?v=Yh3wSMM_nbE
Kendini akıllı sananların deli diye adlandırdıkları insan davranışlarını sergilemeye meylim var. Örn: Boş boş oturup etrafa bakmak ya da tek bir noktaya odaklanarak saatlerce oturmak. Zamanı durdurmak istiyorum. Boşlukta yaşamak istiyorum. Yanlız kalmak istiyorum.........

19 Ağustos 2008 Salı

Acaba ağlamak bir üzüntü ya da sevinç ifadesi midir sadece yoksa bir çeşit enerji boşalması ve ihtiyaç olduğu söylenebilir mi?

Sık ağlarım. Sulu göz sayılırım yani. Özellikle ayın belirli günleri (doğmamış çocuğumu kan pıhtısı biçiminde attığım dönemler) ağlama nöbeti geçiririm. Yanlız yaşamanın getirdiği pek çok alışkanlıklar zincirini kırmak zorunda (ve bu vesileyle Vildan'a zor anlar yaşattığımın da bilincinde olarak) kaldığım şu günlerde klasik ev hıçkırmaları ve inlemeli :) ağlamaları gerçekleştiremediğimden huzursuz bir enerji yumağını içimden nereye akıtsam, bi kaç kadeh içip deli gibi göbek atsam mı diye düşünüyorum. Aslında başka bişey anlatmak için başlamıştım ve yine nedensiz uzun cümleler kurdum. Konu şu ki beni, binaltıyüz kere dinlemiş olsam da ağlatacak hikaye ve şarkılar vardır belli başlı. Bunları ne zaman dinlesem hiç farketmez gözyaşı sel olur gider. Size bunlardan birini anlatmaya niyetlendim bugün. Her hikayen de babanla ilgili olmayıversin diyeceğinizi biliyorum sorun değil.
Babam hayatında belkide bir kez yaptığı sahterkarlığı şöyle açıklamıştı bize: Eskiden öğretmen okulu denilen bi yer varmış lise dengi ve burayı bitiren öğretmenlik yapabilirmiş. Babası henüz vefat eden ve geçim kaynağı bulunmadığı için hem çalışıp hem okumak zorunda olan babam iki ayrı lise diploması almış (bu kısım sahtekarlık işte) ve biriyle üniversiteye kaydolurken diğeriyle öğretmen olarak atanmak üzere başvurmuş. Öğretmenliği sivas'ın bi köyüne öğrenciliği de adanaya çıkmış. Hayatın zor yolculukları da işte bu dönem başlamış bir nevi. Sivas'ın köy yolları kışın kardan kapanır okula gidemezmiş, bahar gelince ancak sınavlara yetişirmiş naapsın adam. Aslında buraya kadar anlattıklarımın hikaye ile ilgisi yok sayılır. Neyse sivastaki köy öğretmeninin birgün tayini çıkar ve bir aile gibi içiçe yaşadığı öğrencilerinden ayrılık vakti kapıya dayanır. Herkes toplanmıştır, kış boyu kardan kapalı olan yol baharla birlikte açılmış yolcu yolunda gerek şarkısı çoktan radyoda çalmaya başlamıştır. Bütün öğrencileriyle tek tek kucaklaşıp vedalaşan babam bir tanesine daha çok sarılmıştır; annesi babası olmayan hem öksüz hem yetim küçük yavru yaşlı gözlerle babamın ceketinin ucuna tutunur ve noolur beni de götür diye yalvarır. Bu hikaye lisede babasının ölümünde sonra her filme ağlayan babam tarafından her anlatıldığında yaşlı gözler sarar etrafı. Küçük kızın minicik elleriyle onu alıkoymaya çalışarak "noolur beni de götür" diye seslenmesi ailecek hepimizn boğazına geçmeyen bir düğüm yerleştirmiştir. Geride anasız babasız bir köy çocuğu bırakarak dönmüştür memleketine ama 60 yaşında hala aklı oralarda dolanmaktadır yani. Hikayenin kısası film gibi gözümde canlanan bu sahne her aklıma gelişinde kiminle nerde ne yapıyor olursam olayım gözlerim yaşarır.

**Başlıkla uyumsuz bir yazı olduu için üzgünüm, aklımdan bunlar döküldü şimdilik.

14 Ağustos 2008 Perşembe

İçimde bi umut var, herşey çok güzel olacak, hissediyorum. Ayyyy bi aydınlandım ben yaa, yüzüm gözüm kırışmaya başladı ama ben içimde ışık hissediyorum. Çok seviyorummmm hem de çok, tam kalbime geldi okk :)

12 Ağustos 2008 Salı

Bi güzelim bu ara, bi sevimliyim, bi mutluyum, bi bişiy var bende, du bakalım. Bugün ilk kez yarını düşündüm, ilk kez metroda dörtlü ayarlanmış koltuklardan ters olanına değil de düz olanına binmeyi yani geçip gittiğin yerlere bakmayı değil trenin gittiği istikametteki yerlere yani ileriye bakmayı tercih ettim. Bi terslik var bende, terse değil düze gelir oldum :)

8 Ağustos 2008 Cuma

Fikrine saygı duymak

En nefret ettiklerim listesinde belkide en üst sıralarda yer alan eylemlerden biridir birilerinin fikrine saygı duymak. Hemen açıklayayım: Diyelim ki benim bir konu hakkında bir düşüncem var ve diyelim ki karşımdaki şahıs bunun tam tersini ya da yarım tersini düşünüyor. İşte bu noktada genel geçer kural karşıdakinin fikrine saygı duyulur ve konuşmaya bu çerçevede devam edilir. "Sizin fikrinize saygı duyuyorum ama ben şu şekilde ıvır zıvır vs." Şunu açıııık açııık bi de seçik seçik söyleyeyim. Ben kimsenin fikrine zikrine saygı duyamam. Çünkü ona saygı duymak (aslında var olan bir tanımı da yok bu saygı konusunun) kendi düşüncemden ödün vermektir bir yerde. Kendi fikrimin yaşama şansını azaltmaktadır ve de. *Ha bi de düşünce-eylem-suç üçlemesi vardır yasalar karşısında ki bu konuya hiç girmeyelim çünkü laflarım kesiiin şuç kapsamına girer* Bunu sakın bireysel almayalım. Gelin toplumsal olarak düşünelim. Aynı konu hakkında ayrı fikirlere sahibiz ve doğal olarak senin fikrin benim fikrime rakiptir ve saygı duymam mümkün değildir. Çok afedersiniz ama demokrasi saçmalığından bi adım önde vahşi doğa da bunu emreder zaten. E ben senin fikrine saygı duyarsam kendi fikrimi nasıl eyleme geçiricem diimi ya, külliyen çelişkiler yığını, paradoxlar zinciri vs.

"Geyik: Iııı efendim bence geyik eti yemek yasaklanmalı.
Aslan: Hımmmmm fikrinize saygı duyuyorum, ancak karnım acıktı." :) gibi bişeydir fikre saygı duymak.

6 Ağustos 2008 Çarşamba

Aynı psikolojiye balıklama dönüşşşşş: Kimseyi duymak görmek konuşmak yada herhangi bir biçimde iletişim kurmak istemiyorum. Oldu mu. Bence oldu.

2022'ye not

 2022'de aldığım en güzel karar "hayatıma giren herkese kapıyı çıplak açmamak" oldu.