29 Ağustos 2010 Pazar

Ağustosu soydum başucuma koydum.
Ağustos bir yalan uydurdu.
En çok yalanları sevdim.
Dime dime dim. Ağustostan geçtim gittim.
Biraz değişiklik iyi gelecek sanırım. Binlerce şablon var, incelemekten sıkıldım. Bence bu tam bana göre. Birkaç tane de böyle domestik tipliler vardı onlar da olurdu ama, bu oldu işte, uzatmaya gerek yok.

19 Ağustos 2010 Perşembe

"MUTLUYUM" ama olamıyorum

Herşey yolunda. Ve hatta o kadar yolunda ki Tarkan'ın "Geç oldu güç oldu geçmişimin karması" şarkı sözüyle ifade edebilirim. Mutluyum yani kısaca. Peki mutlu olabiliyor muyum? Refeanduma "Hayır", buna da hayır. Öylesine hayır ki yolunda olmadığı zamanlardan daha da mutsuzum. Beni tanıyanların bokunu çıkardın dediğini duyar gibiyim. Öyleyse hemen anlatayım: Şimdi herşey yolunda ve süper gidiyor ya, ben de işyerinde şöyle bir gazetelere göz atıp öğleden sonra 4 gibi yavaş yavaş eve gideyim diyorum. Gazetede bir haberi kısaca aktarayım (bu arada keyfim yerinde, yüzümde gülücükler, ufak ama tatlı telaşeler vs.): Akşam eve geldiğinde iftara ne yemek yaptın diyen kocasına "evde hiçbirşeyimiz yok, yemek yapamadım" cevabı veren kadın, kocasını yatak odalarının lambasına asılı halde buldu. Altında bir resim ağlayan bir kadın, kucağında 3-9 yaş aralığında 3 çocuk, fonda gökyüzünü çağırır gibi inatla mavi renge boyanmış bomboş duvarlarıyla bir gecekondu odası.................
Haber okunur, derin bir nefes alınır, acı acı damağına çarptırarak geri verilir. Hiç uzatmadan hikayedeki üç karakterin yerine koyarsın kendini. Önce kadını düşünürsün, saçlarını yolasın gelir, adam gitmiş, yetim üç yavru kucağında, keşke komşudan bir tas bulgur alıp kaynatsamıydım da yokluğu yoksulluğu 1 gece daha erteleseydim mi dersin, yoksa daha erken varaydım da odaya kurtaraydım mı? Ya da ben bu yavrulara bu akşam ne yedireceğim mi veya bundan sonra ne yapacağım mı? İstediğin sorudan istediğin zaman başla, kocanın acısı dinsin diye tel tel koparttığın saçlarınla kafa derine yaptığın işkenceyi bitirir bitirmez mesela.
Çocukları düşün hemen ardından. Annem neden ağlıyor bu kadar? Şimdi babamı hiç mi göremeyeceğiz, bayram da bile mi? Ama neden? Bu "nedeni" bir ömür bulamayarak her daim isyan halinde mi olacaklar yoksa onlar da babalarının kaderini paylaşıp bir yerinde vaz mı geçecekler yaşamaktan. Belki de onlar vazgeçmeden davranacak sokaklar.
Sonunda sıra geldi adamın yerine düşünmeye: Nasıl koyu bir çaresizliktir bu. Bir ekmeğimiz bile yok. Kimbilir ne çok girişimi oldu akşam eve gelmeden önce. Nasıl olduysa oldu bu dipsiz kuyudan çıkmamaya karar verdi. Ve nasıl olduysa oldu yapayalnız bırakmaktan beis duymadı çocuklarını, karısını. Demek nasıl ama nasıl çaresizdi.
İnternet Explorer kapatıldı, ardından bilgisayar. Arabaya binip yola çıkıldı eve doğru, boğazımda düğüm düğüm hıçkırıklar. Köprüde trafik tıkandı tabi, dışarısı cehennem sıcak, son 15 gündür sürekli oto-klima ile yaşıyorum. Trafik tıkanınca eve ekmekle gideyimde kendimi lambaya asmayayım diyen 45-50 yaşlarındaki bir adam elinde 500 ml buz gibi bir şişe suyu sallayarak ironinin hasını yaşattı. Elindeki şişe soğuktan, buz gibilikten damla damla terleyip yol yol aşağıya uzarken buharı, adamın kafası sıcaklıktan terleyip yol yol uzamıştı damlalar göğsüne doğru. Ben klimalı arabada haberi düşünüyordum ki üstüne bu resmi görünce, ne resmi bildiğin 3 boyutlu insanlık dramı, hıçkıra hıçkıra ağlamaktan alıkoyamadım kendimi. Ne yapayım, utanmadan kafamı uzatıp 50 yaşındaki adamdan 0,5 liraya bir şişe su mu alayım arsızca camımı tekrar kapatırken. Sadece cam mı, birlikte dünyamı kapatırken onun dünyasına. 500 kuruşla vicadanını nasıl da rahatlattın helal olsun sana gonca diyen sesimi susturmak için daha çok su mu almalıyım, bu sess nasıl susar acaba. Bırak sesi susturmayı, akşam eve gittiğimde dolaptakileri beğenmeyip dışarı sipariş verirken bu yaşadıklarını hatırlayacak mısın ki? Sen arsız dünyana geri dön, 1 şişe su alsan ne olur almasan ne olur. ihtiyacı olana satıyor ihtiyar adam nasıl olsa, şerefiyle götürüyor ekmeğini evine. Sana muhtaç da değil ayrıca.
Bütün insanlar doyuncaya ve insan gibi şartlarda yaşayıncaya kadar mutlu olmak zor.

Daha da mutsuzum, yok pardon mutsuz değilim, mutluluğumdan utanıyorum. Tam da mutluluğumdan da değil rahat yaşamımdan utanıyorum, sıkılıyorum, yüzümden evvel içim kızarıyor.

16 Ağustos 2010 Pazartesi

İçim buruk buruktu, sersemin teki geldi haddi olmayan şeyler söyledi gitti. Ezildiğimi hissettim. Neden bu kadar kolay tokatlanmaya izin veriyorum acaba??

8 Ağustos 2010 Pazar

Evin mutlaka olması gerenleri



Hiç bir şeyin mulaka olması gerekmiyor. Nereden çıkarıyoruz eksikler listesini bilmem, oysaki tek olması gereken gülen yüzler ve yiyecek yemek yani karın tokluğu. Geri kalan her şey domino taşları gibi birbirini takip ederek üzerimize yıkılan ihtiyaçlar. Örneğin; mutfak dolapları yetersiz, yeni dolap yaptırılmalı, yeni dolaba uygun masa olmalı, öyleyse sandalyeleri de değiştirmek gerek, aa şimdi dolap renklerinde perde de gerekir. Geçelim salona, bu perdeler hiç uymamış ya perdeler ya mobilyalar değişmeli…..vır vır vır zırzırzır. Hepsi de yalan, hiçbirşeye ihtiyacım yok. Nitekim ben yine bu düşünceyle bir dönem hiçbir tekstil ürünü de alamıyordum. Evdekilerle yeterince sırtım pek oluyor yenisini ne yapayım diye.


Yeni ihtiyaçlar yaratıp bunlar için çalışadurmaktan başka türlü bir yaşam seçimi olmalı, olmalı mı olmamalı mı, yoksa hiç düşünmemeli mi?


2 Ağustos 2010 Pazartesi

Geçip giden şeyleri yazmak gelmiyor içimden. Uzun bir tatil dönemini geride bıraktım. Harika günler geçirdim. Herşeye rağmen en güzel kısmı antakyada olan idi. İlla ki antakyadaki tatiller güzel işte kime ne. Belki de herkes gibi hala çocukluğumda kalmak istediğimden. Çocukluk demişken doğup büyüdüğüm evin sokağından geçtik kızkardeşimle. Sokak çocuğu olduğumdan bütün bahçe duvarlarında el izlerim var gibi hissettim. Sağa sola uzun uzun bakındım, eski evin penceresini bacasını döne döne süzdüm, değişilikleri tespit ettim. Bir kaç eski komşuyla selamlaştım, o eskiden çok büyük sandığım hatta sokağın karşısına geçmek için 3 kez önca sağa sonra sola baktığım miniminnacık sokaktan usulca çıkıp gittim tekrar.

Yeni işime başladım. Ve sanırım bunun için en sıkıcı resmi de buldum. Kimisi yeni insanlarla tanışmayı, yeni ortamlara girmeyi keyifli bulur ama ben.... evet ben nefret edenlerdenim.

2022'ye not

 2022'de aldığım en güzel karar "hayatıma giren herkese kapıyı çıplak açmamak" oldu.