29 Temmuz 2008 Salı

Ben bir adam seviyorum.
Hep yaptığım gibi hesapsız kitapsız,
Sadece bir adam seviyorum.
Sevdiğime değiyor hem de sevildiğime,
Adam sevmek koca koca yürek ister.
Sevdiğime doyuyorum hem de sevildiğime.
Sevgiyle boğuluyorum hem de seve seve.

24 Temmuz 2008 Perşembe

Turfanda meyve gibiyim, hem zamansız hem tatsız. Adı var kendinden eser yok, olmaz olaydım daha iyiydi.

23 Temmuz 2008 Çarşamba

Avrupa Yakasının bir bölümünde Burhan kahvehanekolik oluyordu. Kahveye gidip boş boş oturmak bağımlılık yapmıştı. Bu o kadar tanıdık bir durum ki benim için. Ben de mutfakta yemek hazırlarken salondaki televizyonda müzik kanalından gelen şarkıları dinlemekten ve yemek yemek için salona geçtiğimde kanallarda izlenebilecek bir Türk filmi aramaktan ayrıca bütün bunları süresiz evde oturabilme (dışarıya çıkma mecburiyetimin hiççç olmadığı) lüksü çerçevesinde yapmaktan müthiş müüüthişşşş zevk alıyorum. Bu duruma adeta bağımlıyım. Burhan'ın olduğu gibi bu benim genlerimde var. Anasına bak kızını al. Evde sabah temizlik yapan, öğleden sonra pasta yapıp Türk filmi izleyen, akşama yemek hazırlayan ve bunlarla sonn derece mutlu bir hayat süren annenin kızıyım :) Eveeeeeeeeeeeett bu benim genetiğimde var. Hele ki bir de mutlu sonla biten ama film boyunca aşk ve ızdırap çeken karakterlerden oluşuyorsa film (ki genellikle böyledir) değmeyin keyfime...

20 Temmuz 2008 Pazar

Hafiza

Hacettepe postalarımı kontrol etmek için uzun zamandır açmadığım bir arayüzü açtım bugün. (Teknik sorunlar sebebiyle açılamıyordu). Yanlışlıkla elim eski tarihe göre sırala linkine tıkladı. 2005 tarihli gönderdiğim e-postalarla karşılaştım ansızın. Tamamen savunmasız biçimde yakalandım bir çok hatıraya. Sadece 3 yıl önce yaşadıklarım geldi gözümün önüne bir bir ve onlar o kadar uzak, o kadar bana ait değillerdiki, bu yabancılığıma inanmak istemedim önce. Bunlar benim anılarımdı, hepsi şuan yerli yerinde duran ve hali hazırda kullandığım organlarımdan olan gözlerle, kulaklarla, ellerle yaşanmış zamanlardı. O satırları okumamış olsam hiç yaşanmamış anlar olarak kalacaklardı. Hayatımın her döneminin, her duygumun her acımın her mutluluğumun bir şahidi olmalıydı, kullanılmayan ve kazara silinmemiş olan e-postaların eline bırakılmamalıydı herşey. İşte günlüğümün kıymetini o an anladım. Hani tarih araştırmacıları der ya "ulaşılan en son yazılı kaynaklara göre .............. " Hayatımın ulaşılan en son yazılı kaynağına göre (10.03.2005);
"nuh nebiden bu yana gün yüzünden saklı kalmış
cennette açan gülün tüm güzelliğini çalmış
ne kaybolmuş ne bir hasar almış
sakın merak etme güzel goncam
cep telefonun bende kalmış.........:)"
tarzında e-postalar atan kişiye kalbimi kaptırmışım.
Velhasıl yazmak önemli, çok önemli. Söz uçar yazı kalır. Tek bir satır yazı bile hatırlatmaya yeter yaşanmışları

18 Temmuz 2008 Cuma

Bazen öyle bir an gelir ki nefes almak için bile ağzını açmak istemezsin. Etrafındaki herkes ansızın yokolsun yada daha pratiği sen ansızın yok olmak istersin. İşte o anlardan birindeyim ve nefes almak için değil ama bir nefes sigara için ağzımı açmak istiyorum.
Tanıdığım herkesten nefret edecek tanımadığım herkesi sevecek bir neden bulabiliyorum :)---İlgiinçç, tersi daha mutlu ederdi ???

Umudumu kaybettim

Emevi komutanı Tarık Bin Ziyad Cebelitarık boğazından geçip İspanyaya vardığında geri dönüş yollarını kapatmak amacıyla gemilerini yakmıştır. Ve demiştir ki; artık geri dönemem gemileri yaktım. O gün bugündür geri dönüşü olmayan yollara girildiğinde bu deyim kullanılır olmuş. Neden mi anllattım bunları. Umudumu kaybettim ve gemileri tamamen yakmak istiyorum da ondan...

17 Temmuz 2008 Perşembe

Kibarlıktan hoşanmıyorum..Sahte geliyor. Ha öküz de olmamak lazım ama içten olması çok önemli insanın. İçten, açık, net, öyle bakınca gözlerine niyeti okunsun, duyguları dışa vurulmuş olsun. Medeniyetin mecbur bıraktığı davranış normlarında arınmış olsun. Yoksa hiç ama hiç olmasın insanoğlu.

11 Temmuz 2008 Cuma

Tümevarım


Türkiyeyi düşünmek istemiyorum, o beni yoran, yaşamayı zevk olmaktan çıkarıp huzur kaçırıcı bir mücadele yapan herşeyden uzaklaştığım için mutluyum. Buradan oraya bakabildiğim ve uzak kalabildiğim için mutluyum. Orada yaşamımı daraltan bütün öğelerden biran önce kurtulmam gerektiğini anlayabildiğim için çok mutluyum. Dünyanın beytepe nizamiyesinden daha büyük olduğunu bilmek ama çıkamamak döngüsünden kurtulabildiğim için çok mutluyum. Bütün bunlara bu kadar mutluyken kalbimin sevdiğim insanda kalması sebebiyle de epeyce büyük bir miktar eksiğim.

7 Temmuz 2008 Pazartesi

Nankööör!

Hiç nankör olmak istemedim hayata, hep sahip olduğum şeylere sevinmek istedim, hep yetinmek istedim. Ama yapamadım, çünkü sahip olduğum (maddi+manevi) herşey vaktinden geç geldi. Olması gerektiği zamanda olmadı, takvimin gerisinde kalarak yaşadım hayatı. Bu ben çok küçükkenden beri böyleydi ve kuralını hiç bozmadı. Çocukken hatırlıyorum, ne zaman bişey istesem er geç olurdu ama en az bir yıl sonra, bu yeni bir ayakkabı da olabilir gitmek istediğim yeni bir yer veya oynamak istediğim bir oyun da. Ama hep çok geç. Hiç bir anlamı kalmazdı, hiç sevinemezdim, hevesim kursakta kalıp geri aşağıya inmiş olurdu hep. En azından bir şekilde oluyormuş, bu sitem bir çeşit nankörlük diyenlere ise hiç katılmıyorum. Neden mi? Çok basit, bence vaktinde gelmeyen güzellik ağaçsız ormana, susuz denize benziyor. Üstelik büyüdükten sonra söz konusu gecikme süresinin yerini çok daha uzun yıllar aldı.

3 Temmuz 2008 Perşembe

Bi canım var oda sıkkın. Ne zaman canım sıkılsa içimde kusma isteği olur, sanki kussam rahatlayacağım, sanki kusarken bütün üzüntüler ağzımdan çıkıverecek. Deli gibi yere kusmak, ağzımın acı tadını yere tükürmek istiyorum

2 Temmuz 2008 Çarşamba

Mutluluk, ona inanmaktır.

İnternetim yok ve inanılmaz yoğun günler yaşıyorum, bu sayfadan uzak kalmaktan hiç hoşlanmıyorum, ne güzel şeysin sen, en benden olan, en bana yakın.

Uzak bir memlekette sayılmam. Ama uçakla 3 saatlik bir yol olsa da kendimi dünyanın öbür ucunda hissettirebiliyor. Vildan olmasaydı yanımda başka bir gezegende olduğumu da sanabilirdim. En klişe şeylerin insanların ortak hislerinden süzülen tortular olduğunu anladım. Yani klişelerin ne kadar yalın ve doğru bir anlatımı olduğunu. "Bülbülü altın kafese koymuşlar.." mevzusu. İçime doğru bir yolculuk olsun istemiştim ama herşeyin dışında hissediyorum kendimi. Ne kadar yaklaşmak istesem o kadar uzağıma düşüyorum...

Elime geçseydi yazmak fırsatı daha neler vardı neler ama duygu ve düşünceler o kadar hızlı değişebiliyor ve ne kadar yoğun yaşanırsa yaşansın geçip gittiğinde hiçbir yoğunluk bırakmıyor ya toplayıp yazabilecek. Ya da öylesine karmaşık öylesine tanımlanamayan hislerle doldum ki anlatmaya kalemim yetmiyordur kimbilir.

2022'ye not

 2022'de aldığım en güzel karar "hayatıma giren herkese kapıyı çıplak açmamak" oldu.