28 Aralık 2010 Salı

Düşünüyordum da....
Hani biz daha yumurta ve sperm olarak iki farklı parça halindeydik ya. Hani anacığımızın içinde bütün bir insan olma gayretimiz vardı. İşte tam o sırada bu büyük, mucizevi, olağanüstü işi gerçekleştire dururken, elbetteki bu olayın büyüklüğünden, daha ilk andan itibaren irili ufaklı birsürü rahatsızlık veriyorduk ya annemize. Kısaca kadıncağız seni içinde oldura dururken (aman allahım nasıl birşey bu!) hiçbişeysiz ve karşılıksız, o canının içinden can katarak, biz canının içinden can alarak varolmaya çalışıyorduk. Sonrasını hiç söylemiyorum.
Bunu nerden mi getiriyordum aklıma? Nasıl olmuşsa olmuş olan bencil ve konforlu yaşamımızda ufacık bir acının, sözgelimi parmağınızın kapıya sıkışması, yarattığı sinirli ruh haline karşılık sırf sen olasın diye çektiği sıkıntıdan şikayet etmişmidir acaba annem? Dedim ya sonrasını hiç söylemiyorum bile...koca 33 yıl yarattığım işkenceyi yani.
doğum günüm yaklaştı da.

Dur geçme zaman

Düşünmem lazım,

Bu kadar çabuk tüketme beni zaman

10 Aralık 2010 Cuma


Doldurdum, içiyorum. Sıradaki şarkı çabuk geçen yıllara gelsin diyorum. "Hep mi geçmişe özlem diyeceksin gonca" diyeniniz olabilir, e artık kafamızı s.ktin diyeniniz de. Yok bu sefer geçmişe özlem mözlem yok. Önümde kalan hayatın neresinden başlasam diyorum bu kez. Geri kalan kısmının neresinden tutulur onu bilemiyorum ya işte, ona içiyorum acıcık. Bir doğan canku şarkısına hazırlıksız yakalanmış gibi aceleyle içiyorum üstelik.

1 Aralık 2010 Çarşamba

Geçmiş sıkıntılar ne kadar saçma, basit, küçük, değersiz ve çözülmüş görünüyorsa gözüme gelecek sıkıntılar o kadar anlamlı, karmaşık, büyük, değerli ve çözümsüz görünüyor. Ve bu süreç binlerce kere aynı biçiminde yaşanmaya devam ederken neden ilk kez karşılaşıyormuşum havasındayım. Neden hala bir süre sonra anlamını belkide yitirecek problemleri algımdaki "yeni" etkisinden kurtaramıyorum. Cevap: iflah olmaz bir kötümserim. Duygusal çalkantılarım da olmasa blog sayfamı açacak bile değilim. Bakıyorum da kasım ayında tek bir yazı yazmamışım. Hoş, yazmaya mecbur hiç değilim. Bu iniş çıkışlar kendimi hatırladığım yaşamım boyunca böyle devam ederken inişler sırasında yaptığım ve hiç vazgeçmediğim "kılıç kuşanma" etkinliğini yineliyorum bugün. Kuşandığım kılıçla kime mi saldırıyorum. Tüm hırsımla kendime yine elbette. Her parçamı kesip kesip doğruyorum itina ile. Elime aldığım her parçaya da ne kadar da değersiz ve işe yaramaz diye tükürmeden edemiyorum.
Mevsim geçişi, hava kapalı, kışa giriş psikolojisi, yeni evli, henüz hoca, hala çocuksuz vs. gibi nedenler zinciri yapayım desem bile işe yaramaz. Bunların hiçbiri çünkü. Bugüne özel, 1 Aralığa özel bir neden söyleyeyim o zaman. Mesleğime ve verdiğim yıllarıma olan inancımı yitirdim çünkü. Neden mi? İlk başta hiç inanmamışım da ondan olabilir mi? Yine sorulara dönelim o zaman? Ben akademisyenim ya, diyelim ki akademisyenlikten vazgeçtim, ne olurum ben? adım ne olur. Hani mühendislik fakültesindeki akademisyenler üniversite dışında da hoca değil mühendis falan ya, onun gibi işte adım ne olur? Diyeceksiniz ki eğitim fakültesi olduğuna göre öğretmen olursun. Ne öğretmeni olurum? Bilgisayar. Harika. Çünü ülkemizde bilgisayarın öğretilecek bir alan olarak görülmediğini hepimiz biliyoruz. E bilgisayarcı diyelim ozaman. Ulan bu kadar sığ bilgisayar bilgisiyle nereye bilgisayarcı oluyorsun demezler mi? Ben ne mi olurum, hiç bi bok olamam.

2022'ye not

 2022'de aldığım en güzel karar "hayatıma giren herkese kapıyı çıplak açmamak" oldu.