28 Ocak 2010 Perşembe

Hiçkimseden değil,
Hiçbirşeyden değil,
Yanlızca ve sadece,
kendimden nefret ediyorum.
Bu nefreti hak ediyorum...

26 Ocak 2010 Salı

Biz kardeştik, yüzümüze tükürsek döner barışırdık. Elin kızı, elin oğlu girince araya herkes kendi yanındakinin ağzına bakar olmuş. Yılbaşında "patavatsız" dedi bana sevgili abim. Durup dururken. nooldu dedim. Yok öyle işte sen patavatsızsın dedi. Öyle bile olsam beni eleştirmeye çalışmaz olduğu gibi kabul ederdi. Anladım ki bakışlarından artık o sadece o değil karısı ve onun düşünceleriyle birlikte o olmuş. Artık beni iyi ve kötü sıfatlarımla birlikte kabul edemezler. Herşey bir yana, bu etrafa verdiğim farfarı, cart curt konuşan, sert görünümlü imajım (ki imaj değil, nasılsam öyle davranıyorum) sayesinde kırılmam sanıyorlar. Her bir ince şeye inceden inceye nasıl kırıldığımı nereden bilecekler. Kırıla kırıla içimdeki iplerin nasıl da koptuğunu. Sanki benim yanımdaki bana dost mu? O da hiç çekinmeden zehirli dilini bir çırpıda çıkarıp sokuverir. Deyivermez bu kez yutayımda üzülmesin. Haklı olsam da susayım kapatayım da üzülmesin. Duvarlarımı ördürdüler bana, kimsem yokmuş gibi yaşayacağım. Tek bana, hep bana sarılacağım. Yanlızlıktan korkmayacağım. Ya da kendi kabuğumda yaşayamazsam kırılmamayı öğreneceğim, kulaklarımı sağır, gözlerimi kör etmeyi öğreneceğim. Ya öyle olacak ya da böyle.

20 Ocak 2010 Çarşamba

Sevgisizliğe adanmış ömürler görüyorum...Üzülüyorum.

15 Ocak 2010 Cuma

Alışırken bir yandan, sevmeye çalışırken hiç değilse...
Ucu ankarada kalan ilmeğin
Boğazımda duran düğümlerini çözmeye çalışıyorum.
Kuru bir bozkır bu kadar mı özlenir?
Aslında özlenen bozkır değil de içindekiler midir?

13 Ocak 2010 Çarşamba


Sabah işe gitmek için vakitlice uyanabilmişim, trafik açık, radyoda en sevdiğim şarkılardan biri çıkıvermiş, ses düğmesinin kulağını hafiften kıvırıvermişim. Mutlu olmak için yetmez mi? Arttı bile sabah sabah. bu kadar basitse mutluluk, bu kadar zorlama niye. Radyoda sevdiğin şarkının ansızın çıkabilme ihtimali ne güzel. Kocaman bir gülümsemeyle geldim Floryaya kadar, vaktinde de yetiştim.
Radyodaki şarkı mı?

ne söylesen ne beklesen
yaradandan ya da kaderinden
ele gecmez istediğin
uğruna savaş vermediysen

Not: Şimdi şöyle bişey ki bu şarkı çokça miktarda hayatımı anlatıyor. Bazen düşünüyorum, Allah insanları yaratıyor, diyor ki herkes aynı olmaz, bunların bir kısmı kolay kolay yaşasın, bir kısmının da sırtına yüklerim, taşır nasıl olsa. Hem bir çeşit sınav ya bu dünya, dengeyi debu şekilde kurmuş oluruz; kolaycılar bunu farkedip zorculara destek atacaklar mı? zorcular da kolaycılara bakıp hayata isyan etmek yerine bunun mutluluğunu yaşayabilecekler mi?
Sadece düşünüyorumm; acaba mı? Ya da böyle bişey yok da hayatı zor zannedenler bir tür algı yanılsamasındalar mı? Kendileri mi zorlaştırıyor her el attıklarını, fazla mı önemsiyorlar yalan dünyayı? Ya da bunlar kontrolleri dışında kalacak olaylara fazla mı tahammülsüz de hep bi herşeyi bilme ve yönetme peşindeler. Herşey mümkün, belki de
a) hepsi
b) hiçbiri
c) 1 ve 3
????

8 Ocak 2010 Cuma

Hiçbişey yapasım yok. Yok allah yok. Eve gidesim var. Al sana 32. yaş sendromu.
Dün Onur'a dedim ki; saklayalım mı?
Neyi dedi?
32 yi dedim, aramızda kalsın mı?
Aile sırrımız olsun senlen benim.
Hiçkimseye söylemeyelim.
Yok illede sorarlarsa,
birbirimizin gözlerine bakıp,
başka mevzular açarız,
olur olmadık güleriz ya da.

6 Ocak 2010 Çarşamba



Kafam çok karışık, ne yapmam gerektiğine bir türlü karar veremiyorum. Hayat bir stratejiler dizisi mi? Ya da daha iyi yaşamak için bir yol bulma arayışları malesef stratejik olmayı mı gerektiriyor. Her halukarda bişeyler yapmalıyım. Burası beni yutmadan ben onu yutmalıyım. Yazı yazmayı çok sevmem derim her fırsatta ama sanırım bu kendime yönelik yanlış bir yargı çünkü bu tür durumlarda ilk aklıma gelen şey kalem kağıt, yazılı planlar, yapılacaklar listesi, düzene ve sıraya koymalar, gerçekleşenlere çek atmalar vs. Kafamı toparlamak için sırasıyla blog yazıyorum, ardından kalemle "to do" list yapıp sonrada motivasyon desteği sağlamak için çikolatalı gofret, türk kahvesi (burada bulamıyorum, neskafeyle idare etmece) ve action! Şimdiki mevzu bu kadar kolay değil çünkü en önemli aşama olan karar verme aşamalarını tamamlamadım. Bişeyler yapmalıyım, etraftaki niteliksiz insanları gördükçe neden harcanayım diyorum, neden? Bunca emek neden boşa gitsin. Artı sadece emek değil, zeka ve genetik faktörler de (bu konuda tevazu gösteremeyeceğim, kendimi üst-orta zeka sınıfına yerleştirdim.). Belki işe yarar diye aklıma bir "question tree" oluşturma fikri geldi. Bir dönem hastalık hastasıydım, "Evimizdeki Doktor" isimli bir kitap vardı ve bu sistemle işliyordu: elinizdeki ağrı bileğinize kadar uzanıyor mu? (Evet, hayır), evetse uzandığı yere kadar birkaç seçenekli cevap, yok g.tüme kadar uzanıyor diyorsanız derhal doktora başvurun vs :)) Genelde benim orama kadar uzanırdı ama son aşama olan doktora gitme işini yapmazdım. Herneyse nerden geldiysem buraya. İşte bu kitaptan beridir her sorunu bu metodla çözmeye çalışıyorum. Şimdi efendim asıl meseleye dönecek olursak tam da question tree olmasa da bir soru ve olası çözüm listesi oluşturmanın hem alternatifleri görmek hem de ne yapılacağına karar vermede somutlaştırma aşamasında yardımcı olacağını düşünüyorum. Sorular:

1) Akademik yükselme için bişeyler yapmak istiyor musun? (Evetse bk. doçentlik kriterleri, hayırsa sistemden çıkış için tıklayınız)
2) Temel amaç mutlu olmaksa rahat bir yaşantıya ihtiyaç var ve dolayısıyla paraya. (İstanbul'da beyaz yakalılar dahil olmak üzere sermaye sahibi olmayan hiçkimse rahat yani konforlu yaşayamaz.) Paraya sahip olmak maaşlı bir düzenekle pek mümkün görünmüyor, girişimci mi olmalı ne?
2.a) 1. soruya evet cevabı verdiyseniz 2. soruyu atlayınız, zira akademik çalışma para
getirmez.
2.b) Rahat ve konforlu yaşam için para koşulu taşra için geçerli değil, mevcut halde taşrada
iyi bir yaşantı sürdürülebilir. Dikkate alınası bir seçenek, üstelik uzun yaşam opsiyonu
da sözkonusu.
2.c) 1. soruya hem evet cevabı verip 2. soruyu da atlayamıyorsanız ikisini bir arada yapmanın yolları var mı? Olası cevap 1: Danışmanlık vs gibi ek işler yapmak mümkün ve bu da girişimcilik ve tanınmışlık gerektiriyor. Ancak bu cevap kabul edildiğinde ne zaman çocuk yapılacak? sorusu gündeme geliyor.
Offffffffffff her soru bir cevap gerektirirken verilen her cevap yeni bir soru doğuruyor.
zzzzzzzzzzzzzzzzzttttttttt bipbip... algoritma sonsuz döngüye girdi. Döngüden çıkmak için yeni koşul yazılmalı!!!
Fatal eror, restart again!

Not: Ben bu cehenneme nerden düştüm?

5 Ocak 2010 Salı

emre kızılkaya'nın avatar filmi eleştirisine bayıldım. Yaw akıllı adamları gördükçe seviniyorum. bu adam sağlam...

http://www.hurriyet.com.tr/dunya/13386148.asp?gid=229

Hesse'yi seviyorum

SİSTE
gariptir, siste yürümek!
yalnızdır her çalı ve taş,
hicbir ağaç diğerini görmez,
herkes yalnızdır

dostlarla doluydu dünyam,
henüz yaşamım aydınlıkken;
ama sis çöktüğünde,
herkes görünmez oldu.

kaçınılması mümkün olmayan
ve sessizce herkesten onu ayıran karanlığı,
tanımayan hiçkimse,
gerçekten bilge değildir.

gariptir, siste yürümek!
yaşam yalnızlıktır.
hiçbir insan diğerini tanımaz.
herkes yalnızdır.
Herman Hesse

4 Ocak 2010 Pazartesi

İyi bi başlangıç



1 ocak 2010'da uzun zamandır istediğim ama bir türlü yapamadığım birşeyi çok güzel bir fırsat yakalayarak gerçekleştirdim. Ömerli'de bir at çifliğine gittik, ata bindim, süper ötesiydi, ama böyle bir seferle asla olmaz. Başkasının ipini tuttuğu ata binmek bir yere kadar, dizginleri ele almak doğustan gelen bir tutku olmuştur bende. . Bu kimi zaman başarıyı getirse de herzaman iyi şeyler yaşattığını söyleyemeyeceğim bir özelliğim ama yine de at konusunda kendi dizginimi kendim tutmayı isterim. İmkanım olsa her hafta gitmek istiyorum hatta daha çok imkanım olsa bir atım olsun istiyorum. Ders veren seyis sordu daha önce kaç kez bindiniz diye. Bir hayvanat bahçesi gezisi sırasında ponny'e binmiştim ama yavaş ve sakin bir turdu, bir sefer de köy yerinde misafir kızın gönlünü yapmaya uğraşan pembe yanaklı, kızıl kıvırcık saçlı emine isimli bir kızın atına binmiştim ama o da düşüp biyerimi kırmamdan ve annemlere mahçup olmaktan korktuğundan birkaç adım gezdirmişti sadece.

Atın koşması beni o kadar heyecanlandırdı ki ellerimi sımsıkı eğere dayamışım, indiğimde iki elimde de derin bir yara vardı. ama bu beni soğutmadı, acemiliktir dedim. Onur bır bır konuştu, ne gerek vardı bak elin yara oldu falan diye ama o atın üstündeyken ne hissettiğimi nereden bilecek, güzel şeyler için bedel ödenmesi gerektiğini ne zaman anlayacak? Vermeden almanın mümkün olmadığını, vermenin aldığın şeyi çok daha kıymetli kıldığını ya da..

2022'ye not

 2022'de aldığım en güzel karar "hayatıma giren herkese kapıyı çıplak açmamak" oldu.