29 Aralık 2009 Salı

Yeni yıl


Yeni yılda yeni bir bilgisayarım ve accaip beğendiğim bir duvar kağıdım var. Bu acaba önümüzdeki yıl hep bilgisayarda çalışacağım demek mi oluyor :) Olsun duvar kağıdım pek bi afilli. Bu arka planda hergün çalışılır.
Herşey bir yana bu yıl yeni yıl havasına girmedim, belki de yeniliklerin yeni yıldan evvel başlamasındandır. Bu yıl kendimden çok sevdiklerimin yaşamıyla ilgili dileklerim var nedense. Geçen sene biçok şey atlattım, bu yıl da bişeyler istemek açgözlülük olurdu. 2010, ailemin ve dostlarımın yılı olsun..........................

Etrafınfa mutluluğunu, sıkıntı, sevgini, başarını, başarısızlığını, geçmişini ve geleceğini paylaşabileceğin kimse yoksa eğer belki de dönüp quantum fiziğine bakmalısın. Kimbilir belki de yoksundur aslında.

22 Aralık 2009 Salı

Nihayet beklenen oldu ve İstanbul’a yerleşme işlerim tamamlandı. Henüz evde milyonlarca eksik ve yapılması gereken yerleştirme işleri olmasına rağmen bir şekilde içinde yaşıyorum. Ama yerleşsem ne olacak ki? Bu evde kalacağımız kesinleşmedi. İkametimizi değiştirmemiz soz konusu, belirsiz bir tarihte üstelik. Gerçi benim kafama göre minimum haziran 2010’a kadar bu evde görünüyoruz. (İlk kez 2010 yazdım, ikinin ardından iki sıfır atma geleneğinin sona erdiği sene olur kendisi. Bu yüzden herkes birazcık zorlanacak 2010 yazarken ama yılların geçip gitmesine keşke yanlızca sayıları yazdığımız kadar zorlansak.) Ama 6 ay bile benim için kısa bir süre, “yerleşmesem de olur” süresi hatta. Herneyse gelelim iş-güç mevzuuna. Çalışma koşullarım malesef çok kötü diye başlamak yetmeyecektir anlatmaya. Bu satırları bir kalem yardımı ile kağıda yazıyorum. Neden? Henüz okulda bana bir bilgisayar vermediler de ondan. Gerçi daha 2. günüm ama.. Diğer insanlara verdiklerini gördükten sonra onların vereceği bilgisayarı almamaya karar verdim. Evden getirdiğim emektar laptop’ım ise saçma bir driver yüklemesi sonucu açılmamaya baladı. (sabah saat 9 da bilgisayarsız kaldım yani) Açılmamakla kalsa iyi power düğmesine basar basmaz tiz bir siren sesi eşliğinde ortalığı velveleye veriyor. Odadaki diğer insanları rahatsız etmemek için neden bozulduğunu anlamaya çalışmak için denemelerde bile bulunamıyorum. Dönelim başa, çalışma koşullarım diyordum. Hacettepe’den sonra “Aydın” üniversitesine geçmek attan inip eşşeğe binmekten kötü olacaktı, biliyordum ve bekliyordum bunu ama daha ayrıntılı olsun diye maddeliyorum.
a) odada ısıtıcı türü alet kullanmak yasak (ketıl, elek. soba vs.)
b) oda soğuk, üşüyorum.
c) 7:45- 17:30 mesai
d) Kart basılıp giriliyor ve geç geldiğin her dakika ay sonu toplanıp maaşından kesiliyor.
e) 2. öğretim derslerine girdiğinde mesai alamayacaksın ama o kadar saat gündüz gelmeme hakkın olacak diye konuşup anlaşmıştık. Öğrendim ki öyle veya böyle gündüz gelmezsen maaşından kesiliyormuş. Bir çeşit kandırmaca yani.
f) Büyük de olsa 4 kişilik odaya 5. oldum.
g) İşten-eve, evde-işe minimum 1 saatte gidebiliyorum ve her iki tarafta da park yeri bulmak imkansıza yakın derecede zor.
h) Burada kendine zaman ayırıp akademik çalışma yapmanın zorluğundan bahsediyor herkes.
i) Msn, facebook, gmail, hotmail, yahoo yasak. Bu aynı zamanda blogumu bile evde yazabileceğim anlamına geliyor.

Tüm bunlara rağmen bazı iyi haberler de yok değil. Dekan bana bi güzellik yapıp gece dersi koydurmamış ve ders saatimi 24’ten 20’ye indirmiş. Tek çeşit bilgisayar dersi verdirerek de içerik hazırlama yükümü hafifletmiş. Böylelikle daha çabuk adapte olursun dedi. Bana karşı son derece kibar.
İlk gün ard arda bu şokları yaşarken hep dedim ki pozitif ol, önemli değil, elbetteki farjlı bir yer burası. Hatta dekan (kendisi kimya profesörü olur); insan +n derece de de ¬–n derecede de yaşayabilir, alışacaksın, alışır insanoğlu diye motivasyon desteği verdi. En son dün akşam eve döndüğümde öyle veya böyle İstanbul’a gelir gelmez fena da olmayan bir maaşla işe hemen girdiğine sevinebilirsin örneğin dedim kendime. Diğer alternatifleri değerlendirmek için bir basamak olarak kullanabilirsin burayı dedim. Ya da belki de buradaki şartlarını gelecek yıl düzeltme girişiminde bulunabilirsin vs.
Ankara’ya ait herşeyi çok özlüyorum. Arçeliği aradım ocağı taksınlar diye, sistemlerinde ballıbaba sok. Ankara adresi kayıtlıymış, yemek yemek için KFC’yi aradım, orada da aynı adres kayıtllıymış. Bir dizi adres güncellemesi yaptım. İçim buruldu ansızın. Ama en çok da okuldaki Türk kahvesi zamanlarımızı (Vildan-Selay-Turgay ile birlikte), beytepenin baharını, dışarda oturmalarımızı özleyeceğim. Hiçbirinin tekrarı olmayacak. Diyelim bir gün ziyarete gittim ve birlikte kahve içtik. Yine de ne ben o Gonca ne onlar aynı insanlar olacaklar. Kimbilir ben İstanbul mikrobunu kapmış ve biraz daha yaşlanmış ve farklılaşmış olacağım, kimbilir onların hayatına giren çıkan yeni insanlar, geride bırakmışlıklar olacak. Bunların hepsinden daha da acısı bu senaryoyu hayat hep tekrar edecek, hep farklılaşacak hep başkalaşacağız. Malesef ve yeniden toprağa dönüşene dek.

13 Aralık 2009 Pazar

96 falandı. Maslak kız yurdunun odasında gece fena halde sıkılmış, birbirinden tamamen farklı dört kız, bir ortak nokta bulup konuşmaya çalışıyorduk. Herkes için herşey çok yeniydi; şehir, okul, arkadaşlar, yaşam şekli (yurt). Laf olsun diye sormuştum (genelde sorduğum bir sourudur): bir ölüm şekli seçmek zorunda olsanız, hangisi? diye. Cevaplar bir ölüm şekli seçmek değil de bir ölmeyiş şekli seçmek üzerine oluştu. Herkes nasıl ölmek istediğini değil de nasıl ölmemek istediğini anlatıyordu. Ezilmekten korkanlar, yanmak istemeyenler, boğulmayayım da nasıl olursa olsun diyenler. Ben ne bir ölüş ne de ölmeyiş şekli seçememiştim kendime. Ama bugün düşünüyorum da, eğer mecbursam bir şekilde ölmeye, yemek yemekten patlayarak ölmeyi tercih ederdim. Şuan nefes darlığı çekiyorum, genişleyen midem kalbime dayandı resmen, soluk alamıyorum. Yine de mutsuz değilim. Mutlu mutlu ölürüm işte.

6 Aralık 2009 Pazar

Kimbilir yalnızlığı kadınlar kadar
Karlı dağların en yüksek tepeleri mi?
Terkedilmiş şehirlerin caddeleri mi?
Gökyüzünün yıldızsız geceleri mi?
Ümit Yaşar Oğuzcan

3 Aralık 2009 Perşembe


Vapurdan atılacak bir parça simit umuduna, karşıyakaya kadar kanat çırpan martılar nasıl boşa yaşanmış saymıyorsa ömrünü, ben de boşa geçmiş saymıyorum yıllarımı.

Yine rüyalar

Bu seferki çok ilginç ama. Daha doğrusu ben çok etkilendim, hala düşünmekteyim. Rüyadan çok bu kadar saçmalığı bir arada nasıl zırvalayabildiğimi.

Rüyamda "Bobo" isimli bir kitap okuduğumu gördüm. Bobo Fransızcada "öteki" anlamına geliyormuş. Kitap beni çok etkiliyormuş, anlata anlata bitiremiyormuşum. Sonra Yüksek Lisans derslerinin birinde bu kitaptan sınava giriyormuşum.
Soru şu: "Kitaptan bir pasaj"
"Yukarıdaki pasajda fark yaratacak ikilik hissi veren şey nedir? Bu ikilik hissini açıklayın. Örneğin "şeker" kelimesi keşfedilmeye değer hissi vermektedir.
Sabah uyandığımda bu soru üzerine düşünüyordum. Yahu dedim Bobo'da ikilik hissi veren şey neydi acaba? Ayrıca şeker neden keşfedilmeye değer?
Anladım ki kafam çok karışık. Aradım internette, bobo isimli birkaç çocuk kitabı var. Üstelik Fransızca'da öyle bir kelime de yokmuş..........

2022'ye not

 2022'de aldığım en güzel karar "hayatıma giren herkese kapıyı çıplak açmamak" oldu.