30 Aralık 2008 Salı

Yıl-lar

Yıl biter, yıllar biter, aynadaki yüz değişir. Yeni yüzle tanışma zamanı gelir, yeni yüze alışma zamanı gelir.
Yıl gider, ardından ağlanacak anılar çoğalır.
Ama önüne değil arkana bakarsan hep
Yaşadım değil de yaşlandım dersin elbet...

23 Aralık 2008 Salı

21 Aralık 2008 Pazar

En uzuuuun gece bu gece mi yoksa?? Önyargılı oluruz insanlara karşı hep, işte kırmak için bir sebep: Ebru Cündübeyoğlu'nun şiiri....

Son Anda
Kaçan otobüse son anda
Koşarak yetişmek gibi bir şey
Sana aşık olmak.
Nefes nefese
Durduğu için şoföre minnettar
Büyük bir zafer kazanmışçasına mağrur
Yolcularla göz göze gelince mahcup
Ve tam zamanında binmekle
Olamayacak kadar mesut.

16 Aralık 2008 Salı

Sevgilimden benim için geliştirilmiş yeni bir tanımlama daha aldım. İlki erkeksiliğime gönderme yapmak amacıyla "Kamyon şöförü Hamit" idi. Bu yenisi ise agresifliğime gönderme: "Sarhoş ev babası"

15 Aralık 2008 Pazartesi



Biz onunla kahveyle kek gibiyiz,

Hem yalan hem gerçek gibiyiz,

Yahu biz çiğ damlası çiçek gibiyiz.

Ne dediğini bilmek

Bu aralar çeyiz meyiz derdine düştüm de anneme soruyorum bana şu küs yastıklardan yaptırsana bikaç tane falan diye. Neyse efendim konuşurken ağzınızdan çıkan kelime kulağınıza yabancı geliverir ya işte öyle tekrar ettim küs yastık, küs yastık diye. Küs sıfatını yastık için kullanırken hiç gerçek anlamıyla düşünmemiştim. Birdenbire bir ışık yandı. Sordum doğru da tahmin etmişim. Eskiler hep böyle uzun tek parça halinde yastıklar kullanır. Kızların çeyizinde de o tek parça uzun yastıkların yanında bir de ayrı ayrı iki dikdörtgen yastık bulunur. Bunlar efendim karı-koca küsünce ayrı ayrı yatmaları için özel olarak tasarlanmışmış adına da o yüzden küs yastık denmişmiş. 30 sene küs yastıkta yattım kime küstüğümü bilmeden. Yanlızlık bir çeşit küslük zannediliyor çünkü annem benim yastığıma da küs yastık diyordu küçükken.

4 Aralık 2008 Perşembe

Yine yollardayım :(((
hem sevdiğimden hem ailemden ayrı yaşamamın bedelini otobüs koltuklarına yapışarak ödüyorum. Ben bu basenleri böyle yapmadıysam hiç bişey bilmiyorum. 18 saat hiç kalkmadan oturunca yatay ve dikey pozisyonları tekrar benimsemekte güçlük çekiyorsun. Hayata L şeklinde devam ediyorsun bi süre.

1 Aralık 2008 Pazartesi

amanıııııın kedi sever oldum...
Yanlız ve yaşlı kadın işidir bu, eyvaaaaaaaahhhhh

24 Kasım 2008 Pazartesi



Bu kışa da kış kış dedim ama

Ben mi dilsizim o mu sağır

dönüp bakmadı bile.

20 Kasım 2008 Perşembe

Özlem doluyum özlem, herşeyi mi özler insan, özler demek kelimeler hikaye.
Yarım olmaktan ne kadar mutluysam bir olmayı o kadar özlüyorum.
Ne kadar büyürse yalnızlığım o kadar çoğalıyor içimdeki kalabalık

19 Kasım 2008 Çarşamba

Grip gibi bişey oldum, başım olduğundan 5 kat daha ağır çekiyor, taşımakta zorlanıyorum. Ve hastayken taşımakta zorlandığım tek şey kafam olmuyor maalesef.

13 Kasım 2008 Perşembe

Bir çocuğum olsun istiyorum

Ne mutlu bana ki babasına benzesin diyebiliyorum.

Ben daha önce hiç kimseyi doğuracağıma benzemesini isteyecek kadar çok sevmemiştim

6 Kasım 2008 Perşembe

Gözyaşlarım içime akar,
Sesindeki tek zerre kedere
Kalbindeki en ufak acıya
Nasıl ve nekadar yandığımı
Sen nereden bileceksin
İnsanı isyana sürükleyen tek şey vardır tek birşey: adaletsizlik. Bu dünayayı yaratana isyanım da adaletsizliğinden...................................................................................................................................................................

3 Kasım 2008 Pazartesi


Hayatımın tamamını yapmak istemediğim işleri yaparak geçiriyorum. Bu işler arasında ise en az yapmak istemediklerimi önce yapıp hiç yapmak istemediklerimi sona bırakıyorum. Hiç yapmak istemediklerimi yapma zamanım gelince de kendime ondan daha az yapmak istemediğim iş buluyorum. Bu kısır döngü içinde hiç yapmak istemediklerim asla yapılmayanlar klasöründe duruyorlar ve sanırım tezi bitiremiiiicem. Sözkonusu işiçin 56. kez bilgisayar başına oturup her seferince sadece facebook,hürriyet.com,hotmail ve bilimum posta hesaplarımı kontrol edip çalışmaya ara veriyorum :))) Danışmanım bana karşı çok yumuşak, sorunu buldum, alışık değilim bu kadarına

2 Kasım 2008 Pazar

Çok yakın bir arkadaşımı gördüm rüyamda, sarmaş dolaş olduk, çok yakın bir arkadaşım. Şarkı söyledi bana, şebnemden daha önce sözleri duyulmamış bir şarkı, olmayan, yazılmamış bir şebnem şarkısı yani. Bu en yakın arkadaşım kimmiş bilemedim, hiç en yakın arkadaşım olmadı ki.

21 Ekim 2008 Salı


Burcum toprak, yükselenim ateş.

Yanarım yanarım da,

kazma kürek toprak atar diğer yanım.

19 Ekim 2008 Pazar

Ya Allah deyip kalkmalı artık ayağa
Gözünü yumarak kaçılmıyor ki hayattan

Hiç de umutsuz değilim istikbalimden
Ama yaşamak zor geliyor işte
Ya da gereklimi ki diye düşündürüyor
Ha ben eksik ha ben fazla

12 Ekim 2008 Pazar

Bir limon ağacı dikmeli biyerlere,
zamanı gelince sarı yeşil limonlar vermeli,
çıt diye koparınca bir limonu dalından
nasıl kokar bütün dünya,
ne kolonyası ne dondurması
bir limon ağacı lazım her bahçeye

6 Ekim 2008 Pazartesi

Bu bayram bayram gibi bayram oldu.
Bu bayram benim de bayramım oldu.
İnformal ilişkileri formal boyuta taşımak iyi oldu.
Her ne kadar benim için ilişkinin formali - informali olmasa da ailemden ve içinde bulunmaya mecbur kaldığım çevrelerinden soyutlayamayacağım için sularına gidiyorum işte.
Bu resmi tanışma merasimi beni söylemek zorunda bırakıldığım yalanlardan kurtardı. Daha doğrusu hep "bir arkadaşım" diye bahsettiğim kişiye bir özne hediye etti, o bu özneyi çok sevdi bence.
Giderek daha büyük bir aile oluyoruz.

23 Eylül 2008 Salı

Notlar alıyorum iphone uma. Bloga yazayım dediğim. Aldığımı sanıyormuşum daha doğrusu, beynim not al emri verince elim kolum onu dinler sanıyormuşum. Notlar bölümü hala boşş :((
Onca güzel duygularım içimde kalmış
ne kimsenin ne benim haberim olmamış.

18 Eylül 2008 Perşembe

Yetişmiyor sana sesim
Bekliyorum gelmiyorsun.
Yıllar geçti mevsim mevsim
Bekliyorum gelmiyorsun.
bu kadar mı yollar uzunnnn
bekliyorum gelmiyorsun

...........Metroda yan flüt çalan kızdan duyarsın, kalbin yerinden fırlar, ahhhhh bu nasıl bir güzellikti diye hatırlayıverirsin. Sağolasın varolasın ezginin günlüğü

10 Eylül 2008 Çarşamba

Çok fena fantazilerdeyim, hiç yazmayayım daa iyi. İçimden bir his ansızın bir karadeliğe gireceğimi söylüyor. Bu CERN beni alt-üst etti. Oturup kütlemin enerjiye dönüşmesini bekliyorum...Belkide enerjim kütleye dönüşür :)

8 Eylül 2008 Pazartesi

Gurme




Yüksek miktarda lezzet merakım var. Tadını beğendiğim birşeyi mutlaka arar bulurum, eğer bu endüstriyel bir ürün değilde ev yapımı ise en ince ayrıntısına kadar tüm detayları atlamadan tarifi alır yaparım. Yemeğe düşkünlük değil aslında bu başka türlü bir hastalık. Örneğin asla sadece karnımı doyurmak adına yemek yemem. Bu acaip bir lezzet düşkünlüğü ve öyle olmasaydı eğer bundan 8 yıl önce market reyonundan alıp tadına hasta olduğum bir peyniri tekrar raflarda bulamayınca yıllarca aramazdım. O peynire (Danish white-feta) geçen yıl Dubai freeshopunda rastladım (Millet parfüm ve kozmetik ürünlerini gezerken). Hemen ikişer üçer kutu aldım. Aklıma düştüğünden tekrar arıyorum. Koskoca Alman marketlerini gezdim bulamadım. Şimdi en bulunabilecek yer olan internete bakıyorum. Bulabilene aşk olsun. Bu sayede de epeyce bir bilgi edindim. Benim sevdiğim peynir Feta adı altında çeşitli ülkelerde üretiliyormuş. Geçen yıl Danimarka ile Yunanistan birbirlerine girmişler. Feta Yunan peyniri demektir diye Yunanlılar isim tescil ettirmişler. E Danimarkalılarda Avrupa Konseyine şikayet etmişler doğal olarak. Yani benim peynir yüzünden iki ülke mahkemelik. Olan bana oldu.....
Unutmamam gereken binlerce şeyi unutmuş gibiyim. Neyi unuttuğumu bilemediğimden hatırlamam da imkansız bir hal alıyor. Bunca yıldır biriktirmeye çalıştığım güzel şeylerin hiçbirinden eser yok.....Hafızam yaşadığım acılarla birlikte onları da yok etti. Üzüntülerimi silmeye çalışırken bana ait herşeyi beraberinde götürdü. Ayrılık yaşadığında insan Leman Sam'ın şarkısında elinden gelmediğini söylediği şeyleri yapmaya çalışıyor. "Sana ait ne varsa yakıp yıksaydım keşke, anıların kelepçesini söküp atsaydım keşke. Ne çare gücüm yetmiyor." demiş ama benim gücüm yetti, elimden geldi, geldi ama beraberinde bütün yaşanmışlıklarımı da aldı gitti. İçimde kocaman bir boşluk bıraktı. Bunu yeni bir başlangıç fırsatı olarak da algılayabilirdim ama bu boşluğu sevmedim, boşluktaki çınlamayı sevmedim. Yokluğu en az varlığı kadar acı verdi. Yani öyle ya da böyle acı çekmek kaçınılmaz sonmuş, bilemedim. Silmeye uğraştıklarının yerindeki boşukta can yakıyormuş meğer.

28 Ağustos 2008 Perşembe

Sunay Akın gözüyle Hatay

... Makiler adlı kitabım Antakya’da oluşmuştur.“Bir an önce görülsün diye Akdeniz/ Toroslarda ağaçlar hep çocuk kalır” diye bir şiirim var. O Antakya’dır.
“Benden kısadır boyu
bir köy otobüsünün dağa tırmanırsın gibi uzanırsın dudaklarıma
katılmaz oldu nicedir yolumuz toza dumana”
Bu şiirdeki yer Hassa’dır.
Makiler’deki pek çok şiiri Hatay’da yazdım.Hatay inanılmaz bir coğrafya, bu kadar mı güzel olur. Hayatımın en güzel bir yılı diyebilirim. İnsanıyla, dostluğuyla çok farklı bir yer. Denizi deniz, dağı dağ... Gölü var Reyhanlı’da. Hatay’ın bütün köylerini bilirim. Çok gezdim, Samandağ’ı, Yayladağ’ı, İskenderun’u, Kırıkhan ve Harbiye’yi...Hatay ülke içinde ülke, kendi içinde de farklı yerleri var. Hatay, Mezopotamya ile Anadolu’nun birleştiği en güzel noktalardan biri. Mozaik Müzesi’nin orada olmasını raslantı mı sanıyorsunuz. Herşeyiyle kendisi bir mozaik. Bugün din, hoşgörü adına birşeyler yapılmaya çalışılıyor ya, işte o Hatay’da var. Ben künefeyi İstanbul’da hiç sevmezdim. Hatay’a gidince anladım ki, ben hiç künefe yememişim.

25 Ağustos 2008 Pazartesi

Kamyonlar kavun taşır, ben hep seni düşünürdüm.
Niksar'da, evimizde, küçük bir kuş kadar hürdüm.

21 Ağustos 2008 Perşembe

Dinlemekten yorulmadığım, çok sevdiğim bir şarkı. Adama da, klibe de, sesine de, şarkıya da hastayımm. Yüksek sesle klibi izleyin, davullar harika ötesi..
http://www.youtube.com/watch?v=Yh3wSMM_nbE
Kendini akıllı sananların deli diye adlandırdıkları insan davranışlarını sergilemeye meylim var. Örn: Boş boş oturup etrafa bakmak ya da tek bir noktaya odaklanarak saatlerce oturmak. Zamanı durdurmak istiyorum. Boşlukta yaşamak istiyorum. Yanlız kalmak istiyorum.........

19 Ağustos 2008 Salı

Acaba ağlamak bir üzüntü ya da sevinç ifadesi midir sadece yoksa bir çeşit enerji boşalması ve ihtiyaç olduğu söylenebilir mi?

Sık ağlarım. Sulu göz sayılırım yani. Özellikle ayın belirli günleri (doğmamış çocuğumu kan pıhtısı biçiminde attığım dönemler) ağlama nöbeti geçiririm. Yanlız yaşamanın getirdiği pek çok alışkanlıklar zincirini kırmak zorunda (ve bu vesileyle Vildan'a zor anlar yaşattığımın da bilincinde olarak) kaldığım şu günlerde klasik ev hıçkırmaları ve inlemeli :) ağlamaları gerçekleştiremediğimden huzursuz bir enerji yumağını içimden nereye akıtsam, bi kaç kadeh içip deli gibi göbek atsam mı diye düşünüyorum. Aslında başka bişey anlatmak için başlamıştım ve yine nedensiz uzun cümleler kurdum. Konu şu ki beni, binaltıyüz kere dinlemiş olsam da ağlatacak hikaye ve şarkılar vardır belli başlı. Bunları ne zaman dinlesem hiç farketmez gözyaşı sel olur gider. Size bunlardan birini anlatmaya niyetlendim bugün. Her hikayen de babanla ilgili olmayıversin diyeceğinizi biliyorum sorun değil.
Babam hayatında belkide bir kez yaptığı sahterkarlığı şöyle açıklamıştı bize: Eskiden öğretmen okulu denilen bi yer varmış lise dengi ve burayı bitiren öğretmenlik yapabilirmiş. Babası henüz vefat eden ve geçim kaynağı bulunmadığı için hem çalışıp hem okumak zorunda olan babam iki ayrı lise diploması almış (bu kısım sahtekarlık işte) ve biriyle üniversiteye kaydolurken diğeriyle öğretmen olarak atanmak üzere başvurmuş. Öğretmenliği sivas'ın bi köyüne öğrenciliği de adanaya çıkmış. Hayatın zor yolculukları da işte bu dönem başlamış bir nevi. Sivas'ın köy yolları kışın kardan kapanır okula gidemezmiş, bahar gelince ancak sınavlara yetişirmiş naapsın adam. Aslında buraya kadar anlattıklarımın hikaye ile ilgisi yok sayılır. Neyse sivastaki köy öğretmeninin birgün tayini çıkar ve bir aile gibi içiçe yaşadığı öğrencilerinden ayrılık vakti kapıya dayanır. Herkes toplanmıştır, kış boyu kardan kapalı olan yol baharla birlikte açılmış yolcu yolunda gerek şarkısı çoktan radyoda çalmaya başlamıştır. Bütün öğrencileriyle tek tek kucaklaşıp vedalaşan babam bir tanesine daha çok sarılmıştır; annesi babası olmayan hem öksüz hem yetim küçük yavru yaşlı gözlerle babamın ceketinin ucuna tutunur ve noolur beni de götür diye yalvarır. Bu hikaye lisede babasının ölümünde sonra her filme ağlayan babam tarafından her anlatıldığında yaşlı gözler sarar etrafı. Küçük kızın minicik elleriyle onu alıkoymaya çalışarak "noolur beni de götür" diye seslenmesi ailecek hepimizn boğazına geçmeyen bir düğüm yerleştirmiştir. Geride anasız babasız bir köy çocuğu bırakarak dönmüştür memleketine ama 60 yaşında hala aklı oralarda dolanmaktadır yani. Hikayenin kısası film gibi gözümde canlanan bu sahne her aklıma gelişinde kiminle nerde ne yapıyor olursam olayım gözlerim yaşarır.

**Başlıkla uyumsuz bir yazı olduu için üzgünüm, aklımdan bunlar döküldü şimdilik.

14 Ağustos 2008 Perşembe

İçimde bi umut var, herşey çok güzel olacak, hissediyorum. Ayyyy bi aydınlandım ben yaa, yüzüm gözüm kırışmaya başladı ama ben içimde ışık hissediyorum. Çok seviyorummmm hem de çok, tam kalbime geldi okk :)

12 Ağustos 2008 Salı

Bi güzelim bu ara, bi sevimliyim, bi mutluyum, bi bişiy var bende, du bakalım. Bugün ilk kez yarını düşündüm, ilk kez metroda dörtlü ayarlanmış koltuklardan ters olanına değil de düz olanına binmeyi yani geçip gittiğin yerlere bakmayı değil trenin gittiği istikametteki yerlere yani ileriye bakmayı tercih ettim. Bi terslik var bende, terse değil düze gelir oldum :)

8 Ağustos 2008 Cuma

Fikrine saygı duymak

En nefret ettiklerim listesinde belkide en üst sıralarda yer alan eylemlerden biridir birilerinin fikrine saygı duymak. Hemen açıklayayım: Diyelim ki benim bir konu hakkında bir düşüncem var ve diyelim ki karşımdaki şahıs bunun tam tersini ya da yarım tersini düşünüyor. İşte bu noktada genel geçer kural karşıdakinin fikrine saygı duyulur ve konuşmaya bu çerçevede devam edilir. "Sizin fikrinize saygı duyuyorum ama ben şu şekilde ıvır zıvır vs." Şunu açıııık açııık bi de seçik seçik söyleyeyim. Ben kimsenin fikrine zikrine saygı duyamam. Çünkü ona saygı duymak (aslında var olan bir tanımı da yok bu saygı konusunun) kendi düşüncemden ödün vermektir bir yerde. Kendi fikrimin yaşama şansını azaltmaktadır ve de. *Ha bi de düşünce-eylem-suç üçlemesi vardır yasalar karşısında ki bu konuya hiç girmeyelim çünkü laflarım kesiiin şuç kapsamına girer* Bunu sakın bireysel almayalım. Gelin toplumsal olarak düşünelim. Aynı konu hakkında ayrı fikirlere sahibiz ve doğal olarak senin fikrin benim fikrime rakiptir ve saygı duymam mümkün değildir. Çok afedersiniz ama demokrasi saçmalığından bi adım önde vahşi doğa da bunu emreder zaten. E ben senin fikrine saygı duyarsam kendi fikrimi nasıl eyleme geçiricem diimi ya, külliyen çelişkiler yığını, paradoxlar zinciri vs.

"Geyik: Iııı efendim bence geyik eti yemek yasaklanmalı.
Aslan: Hımmmmm fikrinize saygı duyuyorum, ancak karnım acıktı." :) gibi bişeydir fikre saygı duymak.

6 Ağustos 2008 Çarşamba

Aynı psikolojiye balıklama dönüşşşşş: Kimseyi duymak görmek konuşmak yada herhangi bir biçimde iletişim kurmak istemiyorum. Oldu mu. Bence oldu.

29 Temmuz 2008 Salı

Ben bir adam seviyorum.
Hep yaptığım gibi hesapsız kitapsız,
Sadece bir adam seviyorum.
Sevdiğime değiyor hem de sevildiğime,
Adam sevmek koca koca yürek ister.
Sevdiğime doyuyorum hem de sevildiğime.
Sevgiyle boğuluyorum hem de seve seve.

24 Temmuz 2008 Perşembe

Turfanda meyve gibiyim, hem zamansız hem tatsız. Adı var kendinden eser yok, olmaz olaydım daha iyiydi.

23 Temmuz 2008 Çarşamba

Avrupa Yakasının bir bölümünde Burhan kahvehanekolik oluyordu. Kahveye gidip boş boş oturmak bağımlılık yapmıştı. Bu o kadar tanıdık bir durum ki benim için. Ben de mutfakta yemek hazırlarken salondaki televizyonda müzik kanalından gelen şarkıları dinlemekten ve yemek yemek için salona geçtiğimde kanallarda izlenebilecek bir Türk filmi aramaktan ayrıca bütün bunları süresiz evde oturabilme (dışarıya çıkma mecburiyetimin hiççç olmadığı) lüksü çerçevesinde yapmaktan müthiş müüüthişşşş zevk alıyorum. Bu duruma adeta bağımlıyım. Burhan'ın olduğu gibi bu benim genlerimde var. Anasına bak kızını al. Evde sabah temizlik yapan, öğleden sonra pasta yapıp Türk filmi izleyen, akşama yemek hazırlayan ve bunlarla sonn derece mutlu bir hayat süren annenin kızıyım :) Eveeeeeeeeeeeett bu benim genetiğimde var. Hele ki bir de mutlu sonla biten ama film boyunca aşk ve ızdırap çeken karakterlerden oluşuyorsa film (ki genellikle böyledir) değmeyin keyfime...

20 Temmuz 2008 Pazar

Hafiza

Hacettepe postalarımı kontrol etmek için uzun zamandır açmadığım bir arayüzü açtım bugün. (Teknik sorunlar sebebiyle açılamıyordu). Yanlışlıkla elim eski tarihe göre sırala linkine tıkladı. 2005 tarihli gönderdiğim e-postalarla karşılaştım ansızın. Tamamen savunmasız biçimde yakalandım bir çok hatıraya. Sadece 3 yıl önce yaşadıklarım geldi gözümün önüne bir bir ve onlar o kadar uzak, o kadar bana ait değillerdiki, bu yabancılığıma inanmak istemedim önce. Bunlar benim anılarımdı, hepsi şuan yerli yerinde duran ve hali hazırda kullandığım organlarımdan olan gözlerle, kulaklarla, ellerle yaşanmış zamanlardı. O satırları okumamış olsam hiç yaşanmamış anlar olarak kalacaklardı. Hayatımın her döneminin, her duygumun her acımın her mutluluğumun bir şahidi olmalıydı, kullanılmayan ve kazara silinmemiş olan e-postaların eline bırakılmamalıydı herşey. İşte günlüğümün kıymetini o an anladım. Hani tarih araştırmacıları der ya "ulaşılan en son yazılı kaynaklara göre .............. " Hayatımın ulaşılan en son yazılı kaynağına göre (10.03.2005);
"nuh nebiden bu yana gün yüzünden saklı kalmış
cennette açan gülün tüm güzelliğini çalmış
ne kaybolmuş ne bir hasar almış
sakın merak etme güzel goncam
cep telefonun bende kalmış.........:)"
tarzında e-postalar atan kişiye kalbimi kaptırmışım.
Velhasıl yazmak önemli, çok önemli. Söz uçar yazı kalır. Tek bir satır yazı bile hatırlatmaya yeter yaşanmışları

18 Temmuz 2008 Cuma

Bazen öyle bir an gelir ki nefes almak için bile ağzını açmak istemezsin. Etrafındaki herkes ansızın yokolsun yada daha pratiği sen ansızın yok olmak istersin. İşte o anlardan birindeyim ve nefes almak için değil ama bir nefes sigara için ağzımı açmak istiyorum.
Tanıdığım herkesten nefret edecek tanımadığım herkesi sevecek bir neden bulabiliyorum :)---İlgiinçç, tersi daha mutlu ederdi ???

Umudumu kaybettim

Emevi komutanı Tarık Bin Ziyad Cebelitarık boğazından geçip İspanyaya vardığında geri dönüş yollarını kapatmak amacıyla gemilerini yakmıştır. Ve demiştir ki; artık geri dönemem gemileri yaktım. O gün bugündür geri dönüşü olmayan yollara girildiğinde bu deyim kullanılır olmuş. Neden mi anllattım bunları. Umudumu kaybettim ve gemileri tamamen yakmak istiyorum da ondan...

17 Temmuz 2008 Perşembe

Kibarlıktan hoşanmıyorum..Sahte geliyor. Ha öküz de olmamak lazım ama içten olması çok önemli insanın. İçten, açık, net, öyle bakınca gözlerine niyeti okunsun, duyguları dışa vurulmuş olsun. Medeniyetin mecbur bıraktığı davranış normlarında arınmış olsun. Yoksa hiç ama hiç olmasın insanoğlu.

11 Temmuz 2008 Cuma

Tümevarım


Türkiyeyi düşünmek istemiyorum, o beni yoran, yaşamayı zevk olmaktan çıkarıp huzur kaçırıcı bir mücadele yapan herşeyden uzaklaştığım için mutluyum. Buradan oraya bakabildiğim ve uzak kalabildiğim için mutluyum. Orada yaşamımı daraltan bütün öğelerden biran önce kurtulmam gerektiğini anlayabildiğim için çok mutluyum. Dünyanın beytepe nizamiyesinden daha büyük olduğunu bilmek ama çıkamamak döngüsünden kurtulabildiğim için çok mutluyum. Bütün bunlara bu kadar mutluyken kalbimin sevdiğim insanda kalması sebebiyle de epeyce büyük bir miktar eksiğim.

7 Temmuz 2008 Pazartesi

Nankööör!

Hiç nankör olmak istemedim hayata, hep sahip olduğum şeylere sevinmek istedim, hep yetinmek istedim. Ama yapamadım, çünkü sahip olduğum (maddi+manevi) herşey vaktinden geç geldi. Olması gerektiği zamanda olmadı, takvimin gerisinde kalarak yaşadım hayatı. Bu ben çok küçükkenden beri böyleydi ve kuralını hiç bozmadı. Çocukken hatırlıyorum, ne zaman bişey istesem er geç olurdu ama en az bir yıl sonra, bu yeni bir ayakkabı da olabilir gitmek istediğim yeni bir yer veya oynamak istediğim bir oyun da. Ama hep çok geç. Hiç bir anlamı kalmazdı, hiç sevinemezdim, hevesim kursakta kalıp geri aşağıya inmiş olurdu hep. En azından bir şekilde oluyormuş, bu sitem bir çeşit nankörlük diyenlere ise hiç katılmıyorum. Neden mi? Çok basit, bence vaktinde gelmeyen güzellik ağaçsız ormana, susuz denize benziyor. Üstelik büyüdükten sonra söz konusu gecikme süresinin yerini çok daha uzun yıllar aldı.

3 Temmuz 2008 Perşembe

Bi canım var oda sıkkın. Ne zaman canım sıkılsa içimde kusma isteği olur, sanki kussam rahatlayacağım, sanki kusarken bütün üzüntüler ağzımdan çıkıverecek. Deli gibi yere kusmak, ağzımın acı tadını yere tükürmek istiyorum

2 Temmuz 2008 Çarşamba

Mutluluk, ona inanmaktır.

İnternetim yok ve inanılmaz yoğun günler yaşıyorum, bu sayfadan uzak kalmaktan hiç hoşlanmıyorum, ne güzel şeysin sen, en benden olan, en bana yakın.

Uzak bir memlekette sayılmam. Ama uçakla 3 saatlik bir yol olsa da kendimi dünyanın öbür ucunda hissettirebiliyor. Vildan olmasaydı yanımda başka bir gezegende olduğumu da sanabilirdim. En klişe şeylerin insanların ortak hislerinden süzülen tortular olduğunu anladım. Yani klişelerin ne kadar yalın ve doğru bir anlatımı olduğunu. "Bülbülü altın kafese koymuşlar.." mevzusu. İçime doğru bir yolculuk olsun istemiştim ama herşeyin dışında hissediyorum kendimi. Ne kadar yaklaşmak istesem o kadar uzağıma düşüyorum...

Elime geçseydi yazmak fırsatı daha neler vardı neler ama duygu ve düşünceler o kadar hızlı değişebiliyor ve ne kadar yoğun yaşanırsa yaşansın geçip gittiğinde hiçbir yoğunluk bırakmıyor ya toplayıp yazabilecek. Ya da öylesine karmaşık öylesine tanımlanamayan hislerle doldum ki anlatmaya kalemim yetmiyordur kimbilir.

18 Haziran 2008 Çarşamba

Bir şiir yazmışım-bigisayarımı karıştırırken buldum

Seni her gün, her sabah öldürüyorum
Senden her gün her sabah vazgeçiyorum
Nafile…
Izdırabımdan doğurur, yeniden yaratırım her akşam
Kalbim bana el olmuş, duymaz, dinlemez
O ben gibi değil yolundan dönmez, dönemez
Bugün sevdiğini yarın öldüremez.

Bu savaş seninle mi kendimle mi anlamadım
Bana düşman olan hanginiz bulamadım

Yok artık yoruldum, kırıldım, kabullendim ben
Karşı koymam kaderime, her gün yeniden sen, sadece sen, yine sen…

Gonca

15 Haziran 2008 Pazar

Henüz yaşanmamış bütün dramlarıma dizlerime vura vura ağlamaktayım.
Ve ağlamayı ibadetin hası saymaktayım.

12 Haziran 2008 Perşembe

Merak ediyorum acaba neden hiçbirşey yapmadan boş boş oturmak isteme duygusu hep işimin en çok olduğu zamanları gelir. Sanki ayarlıyo şşerreffsiz :)

10 Haziran 2008 Salı

Döndüm :(

Evime gittim, evim benim, çok özlemişim, iner inmez anladım, kokusu doldu burnuma havanın. buraları bu kadar güzel yapan nedir diye düşündüm ve bir sürü cevap ürettim: hava güzel, havada deniz kokusu var, havada çiçek kokusu var, yediğim herşey hem doğal hem leziz, evler uzuuuun, geniiişş, büyüüük, hiç birşeyde hiçbir darlık yok yani. Ama gerçek sebep hiçbiri değildi. Gerçek sebep aşağıdaki hikayede gizli.

Uzatmış ayaklarımı yatıyordum, annem öğleden sonra dışarı çıkıp bişeyler yapalım dedi ama benim canım hiç istemiyordu, iyi ozaman yarın çıkarız dedi. Bende döndüm kıçımı yatarken koluma bişey takıldı, rahatsız oldum, bu da ne dedim, kolumdaki bir saatti. Çıkarttım kolumdan ve akreple yelkovana takıldı gözüm, saati okudum, hiçbirşeydi, burda saat anlamsızdı, aylardan ne? haftanın kaçıncı günü? günün hangi saati? Burada zaman duruyordu, burada herşey duruyor ben yürüyordum. Burası bu yüzden sırtımı dayadığım en güvenli yerdi. Burası bana döndüğüm yerdi......

29 Mayıs 2008 Perşembe

Bir işe kalkışmak istiyorum boyumdan büyük, bir işe kalkışmak haddim olmayan. Belki de yaparım haaa, ne dersin
Bana kimse dokunmasın, kimse bişey sormasın, gözlerimden anlasın anlamasını istediklerim, daha da uzatmasınlar, öteki tekim, diğer yarım diyen anlasın anlayabilirse
Küs-barış, küs-barış ve yorul barışmaya da ne küs ne barış, içim barışmadıktan sonra

28 Mayıs 2008 Çarşamba

Bir rüya gördüm

Hep rüya görürüm, bir kısmı derinden etkiler, bu da öyle bişeydi.

Tanımadığım bir insanla (bayan) kahve içiyordum. Bitirince, hadi yaaa dedim şu fincanı kapatayım da falıma bak. Neyse kapattım, fincana arkamız dönük sohbete devam ediyorken büyük bir patlama sesi geldi, kapattığım fincan patlama sesi çıkarak düz duruma geçmiş, nasıl olur diye elime aldım, fincanın içine baktım. Fincanımın içi girdap gibi, içindeki kahve hızlı bir biçimde dönüyor ve engel olamıyorum. Kafamı içine uzattığımda başım dönüyor, sanki fincanın içi beni çekiyor kendine, tekrar kafamı kaldırıyorum, sonra merakıma engel olamayıp tekrar eğiliyorum yine fincanın içine düşecekmiş gibi oluyorum. Kıza diyorum ki baksana fincana, yoooo olmaz ben o fincana bakamam diyor ve sırtını dönüp uzaklaşıyor, fincanımla başbaşa kalıyoruz. Geleceği söylemesini umduğum fincan herşeyii girdapa sokmuş. Eyvaaaaah

20 Mayıs 2008 Salı

Beni anlatan 3 kelimeden biri bu olmamalı

Yıllardır beni iyi tanıyan insanlar tarafından tanımlanan bir özelliğim var. Her seferinde "ASLA, ben mi? imkansız, kesinlikle kabul edemem derdim. Ama insan 30'unda da olsa kendine ait bambaşka şeyler keşfedebiliyor. Üzülerek söylüyorum, sanırım evet, ben kibirliyim. Bunu değiştirmem gerek. Çünkü hem kibirliyim hem de kibirli insanlardan nefret ederim. İkisi aynı bünyede ağır oluyor. Kibirli insanları sevmeye başlamalıyım :))))

19 Mayıs 2008 Pazartesi

DURU bir su gibi, bazen volkan gibi

18'in bir ayakkabı numarası olduğunu,
içindeki mama aynı olsada biberon değişince yemek yenmediğini,
gece uykularının haram olduğunu,
2 günde 1 makina çamaşır birikmesinin normal olduğunu,
veeeeeeeeee bebeklerin bu kadar akıllı, aynı zamanda tapacak kadar kendilerine bağlama yetenekleri olduğunu yeni öğrendim.

Kız kardeşim ziyaretime geldi, anamın yavrusunun yavrusunu öpmeye, sarılmaya doyamadan da gidiyorlar.
Soru: Çocuğum olsa bakabilecek tahammül gücüm nedir?
Cevap: O kadar az ki, 4 günde zamanı durdurup nefes almayı 4000 kez diledim. Bir evde bir bebek varsa diğer yetişkinler onun hükümdarlığında basit birer köleden ibaret oluyorlar :)

15 Mayıs 2008 Perşembe

Borders

Herhangi bir şeyi sınırında istemeyi öğrenemedim. Ya deliler gibi olsun istiyorum ya da asla olmasın. Ve eğer olacaksa hemen şimdi olsun. Staj muhabbetine almanyaya gideyim mi bilemedim ama eğer gideceksem şuan eşyamı toplayıp gitmek istiyorum, hemen şimdi eve bile uğramadan, öylece ofisimden kalkıp gitsem ne iyi olurdu. Sabır benim işim değil, yok kardeşim sabretmekten nefret ediyoruuuuuuum. Aslında evimden ayrılmak fikrinden de nefret ediyorum. Orası benim sığınağım. O duvarlara ne ağlasam ne bağırsam ne gülsem hepsi anlar sebebini, dördüde benim akrabam sayılır.

9 Mayıs 2008 Cuma

Kararsızım, ortadayım, belirsizim, karmaşığım


Ne yapsam hiç bilemiyorum, yapmazsam vicdan yapıyorum. Ne ordayım ne burda tam ortadayım. Ne evliyim ne bekar, ne çalışkanım ne tembel, ne istekliyim ne bıkkın, bir de üstüne ne öğrenciyim ne hoca.


1 Mayıs 2008 Perşembe

Bayram olmalıydı ama??

1 Mayııııııııııısss 1 Mayıııııııııısss
işçinin emekçinin bayramııııı

kutlu olsun.....

25 Nisan 2008 Cuma

Bir adam

bir adam
korku dağlarının yürekçisi,
ölüm denizlerinin kürekçisi;
öyle suskun oturuyor şişesinin başında,
içtiğinin hem hırsızı, hem bekçisi,

onu kırmış olmalı yaşamında birisi.
dinledikce susması, düşündükçe susması..
tek başına iki kişi olmuş kendisiyle gölgesi,
heykelini yontuyor yalnızlığın ustası.

Özdemir Asaf

24 Nisan 2008 Perşembe

Kendimi tedavi etmeyi beceriyor gibi miyim ne?

Sanırım biraz daha kasarsam olacak, 30 yıldır yapamadığımı yapacağım sanırım. İnce bir çizgide yürürken denge kaybını hep karanlık taraf lehine kullanırdım. Ama bugün kendime ulaşmayı başardım, oradaki zavallı olarak tanımladığım küçük, zayıf ve çaresiz kızla konuştum. Ona en tatlı dilimi, en kibar yanımı kullanarak anlattım: bugüne kadar yapamadıklarını değil bugünden sonra yapmak istediklerini düşünmelisin dedim. Anlar gibi oldu, ikna olur gibi yaptı. Umarım haksız çıkmam, umarım vazgeçip ben karanlığa gömülmek istiyorum, beni rahat bırak demez, umarım yorganı sıkıca kafasının üzerine örtmüş ve en bilinçli haliyle kaybetmeyi seçmiş bu kız bu kez ışığın girmesine izin verir......umarım

23 Nisan 2008 Çarşamba


İnsanları sınıflamaya çalışmak çok kötü bişey fakat daha da kötüsü yeni tanıdığın herkesi mevcut bir sınıfa koyabilecek kadar insanları iyi tanımış olmak.

18 Nisan 2008 Cuma

Yanlızlık

İnsanların arasına karışmak iç yanlızlığıma sırt çevirmek istiyorum…. Dünü sevmekten vazgeçip bugüne sarılmak istiyorum

10 Nisan 2008 Perşembe

Ünlem!

Ünlem işaretinin dilimizde bir çeşit efekt görevi vardır. Şaşırma, kızgınlık, dikkat çekme, küçümseme, hitap etme gibi...Ancak bu ünlem her seferinde "suçlama" ifade ediyorsa... işte o ünlem... etmesin artık ya :(

9 Nisan 2008 Çarşamba

Yapamıyorum

Yapamıyorum...........................Her söz boş, her kelime yalan. Ne ben suçluyum ne o. Kabul edemediğimiz tek şey uygun olmadığımız. Kimsenin hatası yok, sadece ben değil biz yapamıyoruz....................................................................Beni en çok acıtan da yine ben tabiiki, bu geliş gidişlerim, bu baştan başlayıp başlayıp duvara vuruşlarım. Bu kez hepsinden farklı larak içimdeki bir ölüm acısı, bitişler de bir çeşit ölümdür, ölen de toprağa kavuşmalıdır.

28 Mart 2008 Cuma

Müdür ve ben

Bu sabah uygulama okuluna gittim. Bi iş için. müdürün yanında bi 5-10 dakika kaldım, sohbet ettik haliyle. O kadar zor sorular sorduki, karşısında ezildim büzüldüm, sabah sabah hiç hazırlıklı değildim. Konuşmanın bi bölümü aşağıda:
**********************************************************
Müdür: Sen şimdi hacettepede ne yapıyorsun?
Ben: Doktora
Müdür: Sonra ne yapacaksın?
Ben: Bilmem, heralde doçentlik için falan çalışıcam??
Müdür: Sonra?
Ben: Sonra profesör oluyosun.
Müdür: Sonra?
Ben: Bilmemmm, ölüyosun heralde
Müdür: Peki şimdiye kadar kendin için ne yaptın?
Ben: Doktora yapıyorum işte.
Müdür: Hayır kendin için?
Ben: Bunlar kendim için işte, daha aydınlık, daha iyi yaşamak için.
Müdür (İkna olmamışçasına ve hafif bir alayla sırıtarak): Sen kendini kandır
(SEN KENDİNİ KANDIR...Yeter mi? Bence bana yetti....)
Ben: Saolun müdürüm, iyi çalışmalar...
********************************************************

20 Mart 2008 Perşembe

Evi bok götürüyor, uzuuuun zamandır temizlik yapmıyorum, böyle daha ne kadar gider bilmem, hiç de içimden gelmiyor, üfffffffffffff.

16 Mart 2008 Pazar

:(

Aşağıdaki haber başlığını gülerim diye tıkladım ama açıp okuyunca ağladım :(( Herşeyi hayatla ilişkilendirmek istemiyorum ama maalesef öyle umduğunu bulamıyorsun, gülmek isterken ağlatıyor hain.
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/8471697.asp?gid=229&sz=56120

15 Mart 2008 Cumartesi

Breh breh breh

Sana mı yenilicem, sana mı pabuç bırakıcam sana mı yaaaa, yuh olsun bana eğer beni üzebilirsen, hoooop daha ölmedik. Pehlivan edalı bodur, hadi ordan, kasıla kasıla gezme buralarda, keser döner sap döner gün gelir hesap döner.

kötü komşu ev sahibi edermiş ya,
bu ezme, zavallı görme, itme kakma çabaları da kariyer sahibi edecek beni anlaşıldı...

9 Mart 2008 Pazar

Kari-yerim, açım daha da yerim

Okuldayım, tez bitene kadar da burda olucam, haftasonu, gecesi gündüzü, her haline alışmalıyım odamın. 5 saat burdaysam 1 saat çalışmışım demektir. Verim %20.Olsun..Evde %0, buda bişiy, buda bir başlangıç. Biter mi bu tez acaba, yada bitince nolur, bitse mi ki acaba, ah! ya biterse, biterse naapcam. Bidaa hayata gelirsem kariyer yapmıycam, kariyerin insan hayatına tek katkısı daha büyük bir popo, oda zaten bende doğuştan vardı..

7 Mart 2008 Cuma

Aşıkla Maşuk

Hiç heveslenmesin maşuk
Bilsin ki aşktır ferhata dağları deldiren
ozana gazeller yazdıran

Sevildiğine kibirlenmesin kimse
sevenin marifetidir sevgilinin güzelliği

6 Mart 2008 Perşembe

Burası da kara kutu

Moralim bozuksa eğer bloga yazı yazmak geliyor aklıma ama eğer neşeliysem buna gerek görmüyorum, doğrusu aklıma bile gelmiyor. İşte bu yüzden blogum iç karartıcı yazılarla doldu taştı, okudukça içim kuruyor. 2008'de hem kariyer hem özel hayatınız mükemmel olacak, herşey yoluna giriyor, zor yılları geride bıraktınız diyordu astrologlar...amma yalancı çıktılar.

2 Mart 2008 Pazar

Niyeti bozdum

Gidesim var, uzaklara hem de çok uzaklara, hem de temelli, ben ayrılmam memleketimden, gitsem de en fazla 3-5 ay diyordum ama niyeti bozdum hemde çok fena bozdum, şuan hadi gel deseler 1 saniye düşünmeden, dönüp arkama bakmadan giderim. Ben bu topluma uygun bir insan değilim, olmuyor olamıyor, beyaz gelinlik hayalleri kuramıyorum, ne kadar herkesten biri olmaya çalışsam da, buna kendimi inandırmış görünsem de uyuyan dev uyanıverip mutlu mesut, sessiz sedasız diğer insanlar gibi kurduğum hayalleri, "gelecek" diyerek yaşama amacı koyduğum planları yıkıveriyor. Üstüne üstlük bu çok mantıklı, akıllı dev o kadar zeki ki ona karşı koymam imkansız, sen bi bekle hele kendimi kandırmaya devam etmek bu yalanın içinde yaşamak istiyorum, beni artık rahatsız etme diyemiyorum. Çünkü söyledikleri çok doğru. Bir çılgınlığın içindeyim. Normal olmak için, sıradan yaşayabilmek için alışveriş yapmak ve alışveriş yapmak için para kazanmak ve para kazanmak için çalışmak istemiyorum. Cumartesi günü bütün gün koca bir gün mağaza gezdim ve anladım ki ben alışverişten nefret ediyorum, yeni kıyafetler değil derdim, yeni eşyalar almak ne kadar kısır bir tatmin, tatmin bile değil, hiçbir şeye sahip olmak istemiyorum, sadece üşümemek için giyinmek ve aç kalmamak için yemek yemek istiyorum. Hayatın anlamını başka şeylerde bulmak istiyorum. Bütün dayatmalara canın cehenneme demek istiyorum ama insan kendini içinde yaşadığı toplumdan kurtaramıyor. Daha iyi yaşayabilmek adına bütün çalışmalar eğer daha iyi kıyafetler almayı gerektirecek ve bu döngü böyle devam edip gidecekse zaten ben yokum. Bu materyalist dünya bana göre değil, başka bir ülke çare mi? Belki de çare, kim bilir, gitmeden bilemem ya. Bütün bunlar nerden çıktı, bir çanta alayım dedim, bu çantayı 2-3 yıldır kullanıyorum yenilesem dedim, ama gerek yok ki, çanta yırtılmadı neden yeni bir çantaya çalıştığım, emek ettiğim parayı vereyim, daha iyi görünmek için mi? Neden bu yeni şeylere sahip olma sevdasına kapılıyoruz.....

İşte benim şiirim, benim anlamım.

BİR KAPI AÇIP GİTSEM
Ben bu dünyaya yanlış gelmiş olacağım ben
Ben öyle her insandan, o kadar uzağım ben
Yine bu gözlerimdir okşanacak şey arar
Yoksa içimde başka bir dünya hasreti var
Uyanır gibi birden bir korkulu rüyadan
O içimden sevdiğim, benim olan dünyadan
Bir ses bana: 'Gel! ' dese, ben o sesi işitsem
Kimsecikler duymadan bir kapı açıp gitsem .

28 Şubat 2008 Perşembe

Kabus

Sürekli olarak kötü rüyalar görüyorum, rüya uykularımın vazgeçilmezidir ama bu kötü rüyalar fazla olmaya başladı artık. bilinçaltım o kadar kötü yıllar geçirdiki (geçtiğimiz 3-5 yılı "kötü" olarak niteliyorum.) şuan mutlu olsam bile ki görünürde herhangi bir sorun yok (artık dert etmeyi terkettiğim büyüüüük sorunlarım ve ufak tefek saçmalıklar haricinde) rüyalarımın karanlığı dinmiyor. Mutsuz uyanıyorum...Bırakın yakamı artık kömür karası rüyalar, ama bırakmazlar çünkü ruhum arınmadı henüz kötü düşüncelerden, henüz değil, belki ankaradaki yanlızlığım geçtiğinde belki bir gün kendiğinden belki birgün herşey, herkes gibi sırası gelince giderler....

Keloğlan filimlerinden bir replik- çok hoşuma gider-
Keloğlan (gevrek sesiyle Rüştü Asyalı): Ahhh bu gözler, bu gözler ki bizim köyden de karanlık.
Esas kız: Susar

21 Şubat 2008 Perşembe

Bugünlerde işten eve koşa koşa gidiyorum. Evde beni bekleyen annem, babam. Annem yemeği hazırlamış henüz ocakta, ben gelince altını kapatıp sofrayı hazırlıyoruz birlikte. Misler gibi karnımızı doyurup haberleri dinlemeye koyuluyoruz. Ardında Tv dizileri eşliğinde çayımızı yudumluyoruz. Sooora erkenden yatıp uyuyoruz mışıl mışıl. Ne güzelmiş bööle aile ile birlikte yaşamak. Gerçi daha 1 gün oldu. Özlemişim o ayrı ama çok sürmez sıkılmam, rahatsız olmam. Bide dün ennnn sevdiğim yemek Bamya vardı. Aşağıdaki resim Bamya çiçeği.

8 Şubat 2008 Cuma

Dümdüz bir ovadayım ve sağanak halinde, göğü yırtarcasına bir yağmur var. Sağa sola koşmak, kaçmaya çalışmak neye yarar, daha çok yoruluyorum. En iyisi yağmurun dinmesini beklemek ve ıslanmanın tadına varmak.

30 Ocak 2008 Çarşamba

Ağır yaralı

Yeniden ayağa kalkmaya çabalıyorum, yeni baştan kurmaya çalışıyorum. Gerçekleri ya kabullenmeli ya da senin gerçekliğin olmaktan çıkarmalı, arası yok. Karar veremiyorum. Bundan 10 yıl önce bütün dünyaya meydan okurum be, kimseler alıkoyamaz yolumdan diyen ben artık güçsüzmüyüm ne, artık yorgunmuyum ne? İçimdeki aslan kükrüyor arada bir, savaşmaya gücüm varmış gibi oluyorum ama öyle çabuk düşüyorum ki yere..Aşkın meydan muharebelerinden hep ağır yaralı çıktım, bu kez sağ çıkacağım şüpheli, bu kez canımı teslim ediyorum sanırım.

Ey güzel Allahım nasıl layık gördüysen bu vücutta bu nefesi
Geri almak senin takdirin ama bilesin geçti benden yaşama hevesi

24 Ocak 2008 Perşembe

Yeni başlangıçlar




Hataların farkına varılır, kolay yol olan yaralı kolu kesmektir ama zor karar verilir ve tedaviye başlanır. Çabalıyoruz.....birlikte.

14 Ocak 2008 Pazartesi


İyi şeyler hep filmlerde olmaz sanırdım. Gerçek hayatta da iyiler er geç kazanır, iyi kalpli olan mutlu olur, kötü de hep yola gelir, anlar hatasını, özrünü diler, o da iyi olmaya çabalar.....Koca bir yalan..... Eski Türk filmlerinin gazladığı bir yalan. Neden bunları gerçek sanarak büyüyoruz. Ve neden annelerimiz hala bugün bile inanıyor bu zırvalığa. Neden bize gerçekleri öğretmiyor. Ne kadar da güçsüz kalıyoruz hayata işte bu yüzden. Bilseydim eğer küçükken dünyanın nasıl bir yer olduğunu bu kadar çok umut beslemezdim...Şimdi nerdeyse 100 yıllık bir çınar gibi kök salmış umutlarımı kesmek bu kadar zor olmazdı. Küçükken öğrensem kıyıverirdim canına minicikken diktiğim fidanın. Şimdi ben bu ağacı nerelere sığdıracağım. Öylece dikilmiş duruyor koca çınar kalbimin tam ortasında. Nazım Hikmet’in “sol memenin altındaki cevahir” diye tanımladığı, savaşmaktan hem yorgun hem olgun, hem güçlenmiş yüreğime yaslanmaktan başka çıkar yol kalmadı yine. Yine isyanlardayım bu gece yine. Saat 4:00, uykusuzum, en büyük kaçışı uykularımla yaparken şimdi uyku bile tutmaz oldum. Tam menapozlu evde kalmış kadınlar gibi gece uykusuna bile hasretim. İçimde bir sıkıntı. Bi sigara olsa da türk kahvesi ile bassam zehiri ciğerlerime bassam içime içime, daha çabuk ölmek için, ölüme bir nefes daha yakın olmak için. Trt de bir film oynuyor, (saat 4:30) siyah beyaz, adı "Alnımın kara yazısı", izliyorum, kadın asıyor kendini sonunda. Bende biyer bulsam asacak diyorum. Evdeki tüm lambaları abajura çevirdiğimden tavanda bu iş için en müsait çengeller bile yok ipi bağlamaya. Kendimi asamıyorum bile, öyle kara alnımın yazısı. Herşeyi yazgıya yüklemezdim ben, kendi elindedir insanın derdim ama kötülerin kazanması gibi kara yazım kazanıyor hep. Pek de elimde değilmiş anladım..........

13 Ocak 2008 Pazar

Okumayın, içinizden sezen aksuyla birlikte söyleyin

kucugum daha cok kucugum
bu yuzden butun hatalarim
ovunmem bu yuzden
bu yuzden kendimi ozel onemli zanettmem
kucugum daha cok kucugum
bu yuzden butun sacmalamam
yenilmem bu yuzden
bu yuzden hala kendime guvensizligim
ne kadar az yol almisim
ne kadar az yolun basindaymisim meger
elimde yalandan kocaman rengarenk oyuncak zaferler
kucugum daha cok kucugumbu yuzden butun korkularim
gururum bu yuzden bu yuzden cocuk gibi korunmasizligim
kucugum daha cok kucugum bu yuzden sonsuz endisem
savunmam bu yuzdenbu yuzden bir kucuk iz birakmak icin didinmem
ne kadar az yol almisim
ne kadar az yolun basindaymisim meger
elimde yalandan kocaman rengarenk oyuncak zaferler
kucugum daha cok kucugum

11 Ocak 2008 Cuma

İzinden döndüm. 1 hafta oldu, son bir haftadır işle, yaşamla, aşkla ilgili hiçbişeyim, hiçbir olayım yok. Varolan sistemi sürdürmek için minimum ne yapmam gerekiyorsa onu yapıyorum. Nefes alıyorum, uyanıp okula geliyorum, gerekirse konuşuyorum, akşam eve gidip uyuyorum, sabah yine aynı terane. Bide tabii olabildiğince normal görünmeye çalışıyorum. Hernekadar bilsemde hayatın çarçabuk bittiğini, hergünün son günüm olabileceğini elimden gelmiyor tadını çıkarmak, vazgeçmişlik damarlarıma işlemiş, hiçbirşeyden keyif almıyorum...............

7 Ocak 2008 Pazartesi

30 30 60 Bir gemi batmış


Son kullanma tarihi 8 ocak 2009 da dolacak olan otuzuncu yaşıma basmış bulunuyorum. Elimde kolumda olanlar: bir kaç kova gözyaşı, gerçekleştirilememiş ve gerçekleştirilemeyecek 8-10 hayal, ufak tefek umut kırıntıları, bi miktar ayrılık bi miktar kavuşma, sayısız şehirlerarası otobüs yolculuğu, aynada görülmeye başlanan kırışıklıklar, beyaz teller, haaa bi de tabii Can Yücel'in dediği gibi yarısı yaşanmış bir ömür. Ancak hala içine herkesi sığdırabilecek, çocukluktan kalma koca bir yürek.

6 Ocak 2008 Pazar

Evde internet kullanmıyorum o yüzden blogumu genelde okulda yazıyorum 1 haftalık iznin ardından okula geldim, içimde de iyi duygular vardı ama okuldaki görevli insan çiçeğimi sulamadığı için solmuş ve nasıl sinirlendiğimi anlatama, çok sinirlendim yahuu. İşini yapmayanlardan ayrı bir nefret ediyorum, kendisini sevmezdim zaten, babsınıda sevmez kıvama geldim yani. Hayır neden işini doğüru dürüst yapmıyosuni, kaldıki bu iş değil bir çeşit insanlık görevi, günahtır, yazıktır nediyim. Bide çok sinirlendiğim için sonderece sert bir tepki gösterdim. E yüzyüze bakacağın adamlarla böyle yüzgöz olmayacaksın, daha olgun davranıp adamın ne menem bişey olduğunu anlayıp sonraki olaylarda ona göre davranacaksın ama naapayım ki kızınca gözüm bişey görmüyor, bunları düşünemiyorum, öyleki sinirde ellerim titriyor, hayır bende sorunlu bi kişiliğim, normal sayılmam ama öfffffffffffffffffffff hay anasını bacısını ne diyim daha yeni yılın ilk mesajını böyle yaptıran utansın, küfürede yeminliyim ya neyse

2022'ye not

 2022'de aldığım en güzel karar "hayatıma giren herkese kapıyı çıplak açmamak" oldu.